Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçen hafta sonu CHP’nin yeni lideri Kemal Kılıçdaroğlu, CHP’nin yeni Kürt politikası için satırbaşları denilebilecek önemli beyanlarda bulundu. Diyarbakır gezisinde, “Bölgede yaşanan acı ve gözyaşlarını dindirmek CHP’nin boynunun borcudur” diyerek partisinin geçmişte bölgeye gerekli ilgiyi göstermediği için özür diledi ve “CHP’nin Kürtlerle aşkı”nın bitip bitmediğine dair romantik bir gazeteci sorusunu, “Aşk ölmez, eğer gerçekten seviyorsan” diyerek cevaplandırdı.

Kılıçdaroğlu’nun “CHP için yeni bir sayfa” açmayı arzuladığına şüphe yok fakat gayrette CHP’nin önünü kesen önemli tarihî olaylar var. CHP, bu tarihî gerçeklerle yüzleşmezse, yeni liderinin sempati ve iyi niyet dolu konuşmaları, sonuçta boş bir retorik olmaktan ileriye geçmeyecektir.

CHP’NİN KÜRT POLİTİKASI “TENKİL”Dİ!

CHP, kendilerinin de iftiharla sık sık vurguladıkları gibi Cumhuriyeti kuran siyasi kadronun partisidir. Türkiye’yi CHP şekillendirdi; yeni cumhuriyete otoriter ve tek partili karakterini CHP verdi. Üniter devlet uygulamasının sert karakterini CHP biçimlendirdi. Bugüne kadar CHP ve CHP’liler için bir övünme vesilesi teşkil eden bu tarihî olaylar, bugünün CHP’si için bir şekilde hesaplaşılması gereken sorumluluklardır.

Bunların başında M. Kemal Paşa’nın 1923 yılının ilk aylarında İstanbul matbuatını temsil eden önemli gazetecilere verdiği mülakat gelir; bu mülakatta Gazi Paşa, Kürtlere otonom bölgeler tahsis edilebileceği yolunda sözler söylemişti. Lozan antlaşmasının tesisinden sonra bundan apayrı bir yola girildiği herkesin mâlumudur. İki yıl sonra vukubulan Şeyh Sait İsyanı’nı CHP (yani devlet!), yer yer ölçüsüz şiddet kullanarak bastırırken, tek parti yılları boyunca CHP’nin Kürt politikasının temel çizgilerini belirliyordu ve bu politika, Kürtlerin 1924 tarihli anayasanın 88. maddesi tarifince, yani, “Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibariyle (Türk) ıtlak olunur”dan ibaretti. Bu tariften hoşnud olmayanlara karşı izlenecek resmî tutum “Tenkil” olmuştur. Tek parti döneminde baş gösteren irili ufaklı 20’ye yakın isyan tenkil, yani “uzaklaştırma, ibret-i âlem için cezalandırma, meseleyi kökten halletme” cezası ile “te’dib” edildi.

HÜLLECİLİK...

CHP, kendi geçmişi ile ilgili problemlerle yüzleşmek gerektiğinde genellikle şöyle bir “hülle” metoduna başvuruyor: İyi olan şeyler, dönemin CHP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Atatürk’e mâl edilirken, aksayan politikalardan İsmet İnönü ve sair partili yöneticiler sorumlu tutuluyor. Meselâ, 1938 yılında meydana gelen Dersim İsyanı’nın, çok sert, hatta haşîn şekilde “Tenkil”inden bugünün CHP’lileri her nedense sadece dönemin başbakanı Celal Bayar’ı sorumlu tutmak eğilimindedirler.

Böylece bugünün CHP’lileri, Cumhuriyet’in ve devletin kuruluşu esnasında izlenen politikaları bir taraftan sahiplenirken öbür yanda aynı politikalardan ötürü özür dilemek gibi bir ikilemin içine düşüyorlar; daha doğrusu Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’yi iktidara taşımak için gerekli gördüğü “Toplumla barışma” stratejisi, CHP’yi tutarsız bir noktaya götürüyor. Kılıçdaroğlu’nun Kürt açılımı, Türkiye’nin yeni gerçeklerine paralel bir görüntü veriyor ama aynı görüntü, CHP’nin içinde yeni bir ideolojik kırılmanın izlerini de taşıyor; CHP’yi Kemalizm’le karşı karşıya getiriyor. Geçmişiyle bugün arasında sıkışan CHP, bu görüntüsü ile “Kürtlerle aşk”ında samimi olduğunu isbatta güçlük çekecektir; özellikle Kürtlere.

EVET, CHP KENDİNİ FESHETMELİYDİ!

CHP’nin çaresiz gibi görünen durumu, tamamen kendisinden kaynaklanıyor. Bu durumu, Abant Platformu’nda konuyla ilgili bir değerlendirme yapan eski Kırklareli Valisi Cengiz Aydoğdu son derece net bir şekilde seslendirmiş ve CHP’nin, çok partili hayatın başlaması ile birlikte tasfiye edilmiş olması gerektiğini ileri sürmüştü. Bu görüş CHP tarafından tepkiyle karşılansa da doğruydu, çünkü CHP, devletin partileşmiş şekli, hatta “Devletin rûhu” görüntüsü ile çok partili rekabet ortamında siyasetsizlikten tıkanmaya mahkûm bir partidir.

GÖKTEN ÜÇ ELMA DÜŞTÜ AMA...

CHP şimdiye kadar üç kere bu şansını iyi kullanamadı. İlki, 1950 seçimlerini açık ara ile kaybettikten sonra CHP’nin kendini tasfiye ederek çok partili hayata uygun bir yeni yapılanma içine girmesiydi; bu yapılmadı. İkinci şans 1961 Anayasası ile başlayan yeni siyasi hayata, taze ve güçlü bir sosyal demokrat parti olarak başlamaktı; bu fırsat da fark edilmedi. Son fırsat 1980 darbesinden sonra geldi: CHP önceleri farklı isimler altında örgütlenmeye çalıştıysa da galiba partinin İş Bankası’ndaki hisselerinin cazibesi ve altı ok ambleminin çekiciliğinden (!) vazgeçilememiş olsa gerek ki eski adına ve amblemine dönmeyi tercih etti. Bu hâliyle CHP, 20 seneden beri yüzde 20’ler civarında tutunarak ayakta duruyor. Deniz Baykal önderliğindeki CHP ana muhalefet rolüne rıza gösteren, kenarda durarak rejimin sağlık ve selametini gözeten parti olmaktan hoşnuttu. Kılıçdaroğlu’nun şaşırtıcı bir tarz ve süreçte parti içi iktidarı ele geçirmesi ile CHP, hiç alışık olmadığı bir yola girerek, “Yeni politikalar” geliştirmeye istekli görünüyor. Yeni politikalar ise CHP’nin vaktiyle izlediği ama hâlâ savunduğu siyasetin inkârını gerektiriyor ama bu inkâr, varlık sebebinin inkârı anlamına gelecek.

Problem burada düğümleniyor.

CHP, dün olup bitenlere hiç yokmuş gibi davranamaz. Yeni genel başkanı Kılıçdaroğlu, kendi tâbiriyle Dersim doğumlu bir politikacı; 1938’de Dersim’de olup-bitenlerin niteliği ve sorumluların kimliği hakkında bir fikri olmadığı düşünülemez.

Kılıçdaroğlu da CHP üst yönetimi de, yakın bir tarihte yapılacak seçimlere kadar “mış gibi” yaparak süreci atlatmaya, bu süre zarfında mümkün olduğunca popüler kalmaya çalışıyor. Problemleri ertelemek, CHP’ye bir seçim başarısı kazandıramaz, sadece yeniden yüzde 25 civarında tutunmasına yarar ama seçimlerden sonra CHP’lilerin oturup “Aslında biz kimiz, neyiz, nasıl bir partiyiz?” sorularının cevabını aramaları gerekiyor çünkü Türkiye’nin bugün yaşadığı hemen hemen en önemli sıkıntılarının temelinde CHP’nin hatalı politikaları var: CHP’nin Kürt meselesindeki hissesi, önemsiz gibi gösterilemeyecek kadar büyük ve önemli. Keza Türkiye’de askerî vesayet sisteminin kurulması, savunulması ve desteklenmesinde CHP’nin rolü (daha doğrusu sâbıkası!) herkesin bildiği bir gerçek olarak ortada dururken, CHP’nin eğri bir oturuşla doğru şeyler söylemeye çalışması ciddiyet etkisi yapmıyor.

Türkiye, CHP faktörüne rağmen demokratikleşmeyi, birliğini korumayı, problemlerini çözmeyi öğrendi. CHP’ye duyulan ihtiyaç, sahici bir muhalefet görevi üstlenmesi noktasında beliriyor. İktidarı gerçekten isteyen bir CHP, kendisiyle, geçmişiyle, amblemiyle ve halk zihninde yer etmiş bütün olumsuz çağrışımları ile yüzleşmek zorunda.