Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milliyet yazarı Hasan Cemal'in "dindar gençlik" tartışması çerçevesinde Başbakan'ı eleştirirken tepkisini ifade için kurduğu şu cümleler, aslında sıkıntının ne kadar derin felsefî açmazları olduğunu işaretliyor.

"Erdoğan, Kılıçdaroğlu'nu eleştirirken, hedeflerinin dindar ve muhafazakâr bir gençlik yetiştirmek olduğunu söylüyor. Öyle mi? Atatürkçü gençlikten sonra sıra dindar, muhafazakâr gençlikte mi? Devlet şimdi bunu mu iş edinecek? O zaman demokrasi bunun neresinde olacak? Gerçek laiklik neresinde olacak? Soruyorum Sayın Başbakan'a: Ben çocuğumun dindar ve muhafazakâr yetişmesini istemiyorsam ne yapacağım?"

Aynı sıkıntıyı Hubyar Sultan Alevi Kültür Derneği Başkanı Ali Kenanoğlu da başka şekilde gündeme getiriyor: "Bu ülkede yaşayan, vergisini veren, askerliğini yapan [farklı din ve mezhep mensupları], inanca sizin gibi bakmayan Müslümanlar... Onların gençleri kim tarafından nasıl yetiştirilecek? Ayrıca ateistlik suç mu?"

Son cümleye kadar Sayın Cemal'le ve Kenanoğlu ile birlikteyim; son cümlelere ise meselenin hiç aklımıza gelmeyen bir boyutunu fark ettirdiği için itirazlarım var: Devletin, eğitim çağındaki çocukları dinî veya siyasî çerçevede şartlandırmasını (eğitimin bir yüzü de şartlandırmadır!) eleştirirken rahatız; peki, ailenin kendi çocuğuna zihnî ve mânevî donanımını telkin hakkı var mı? Hasan Cemal'in o cümleyi, bir çelişkiyi vurgulamak için kurduğunu tahmin ediyorum ama diyelim ki hakikaten bir ebeveyn, çocuğunun dindar ve muhafazakâr yetişmesini istemiyor, hatta baskı yapıyor. Ebeveynin evlât üzerindeki haklarını anladık, çocuğun kendi zihni üzerinde tercih hakkı yok mu?

Şu cevabı duyar gibiyim: "Çocuk mu? Yahu adı üstünde çocuk zaten; ne hakkı olacak; ona rüşd çağına kadar ebeveyni velilik eder. Cevap basit, bir de çocuk hakları diye ortalığı karıştırmayalım lütfen!" İslâmî bir rejim olsaydı cevap kolaydı: Nass, çocukların İslâm fıtratı üzre doğduklarını ve öyle yetiştirilmelerini söylüyor; İslâm'ı tercih etmeyenlerin zorla İslâmî eğitimden geçirilmelerini de istemiyor. Laik rejim, devleti, inanç ve her nevi siyasî kanaate karşı eşit derecede uzak ve ilgisiz bırakıyor ve din eğitimini doğrudan üstlenmemekle birlikte sivil toplumun inisiyatifine terk ediyor. Bizimki iki arada bir derede, tuhaf bir rejim olduğu için, çelişkilerimizi kolay fark edemiyoruz.

Çelişkinin buğulandığı yer, "devletin eğitim hakkı" kavramında. Yedi yaşından itibaren reşid olana kadar devletin, çocuklarımızı "eğitmesi"ni dünyanın en tabii şeyi kabul ediyoruz. Okuma-yazma, lisan, matematik, tarih, fen derslerinde problem yok pek, din dersine gelince, "Bir dakika çocuğumu ne hakla dindar yetiştiriyorsun; bakalım ben istiyor muyum?" veya, "Çocuğumun ateist olma hakkını nasıl elinden alırsınız?" diye dikleşmenin liberal demokratik doktrinde yeri var, peki çocuğun irâdesi, çocuğun hakları, onun seçme hakkına saygı nerede? Bütün meseleye ebeveynin çocuk üzerindeki tartışılmaz hükümranlığı üzerinden bakmak ne kadar doğru?

Daha doğrusu, çocukları eğitimin yan tesirlerine karşı kim ikaz edecek? Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi bile (5. Md) çocuğu "çocuğa yol gösterme ve yönlendirme" konusunda önce ebeveyne, sonra uzak aile mensuplarına veya kanunî vâsilerine görev veriyor. Çocuğu adamdan sayan yok yani! Çocuk adam mıdır; küçük yaşta sorumluluk kullanmaya ehil midir? Elbette değildir; ne yapmalı öyleyse? Resmî eğitim süreçlerindeki endoktrinasyonu eleştirdik; evdeki dayatmalar ne olacak?

"Evdeki dayatmalar" alışık olmadığımız bir kavram, şaşırtabilir; iyi anlaşılması için soruyorum: Bir baba, çocuğunu, dine karşı lâkayt veya düpedüz ateist yetiştirmek istiyorsa çocuğu bu dayatma karşısında himâye edecek bir mercî var mıdır? Yoktur!

Nâçiz aklıma göre en sâde çözüm şudur: Devletin din eğitimi tekelinden vazgeçerek, bunu sivil toplum inisiyatiflerine terk etmesi, resmî eğitim kurumlarında ise çocuklara, günün birinde kendi tercihlerini yapabilecek şekilde etraflı altyapı donanımı kazandırmayı amaçlaması lâzım. Şerrin ehveni bence bu; daha iyi teklifleri duymak isterim.