Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kısacık Cumhuriyet tarihimizde mahkeme kararıyla tam 28 parti kapatılmış; kapatılmaktan beter edilen Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ve Serbest Fırka bu sayılara dâhil midir bilmiyorum fakat istatistik ürkütücü; bu durumda akla muhtelif ihtimâller geliyor:

-Bu partiler mahkeme kararıyla kapatıldığına göre Cumhuriyet'e ve devlete zarar vermeyi düşünen 28 partinin vaktiyle kurulmuş olması bile başlı başına düşündürücüdür.

-Bu ülkenin siyasetle uğraşan okur-yazarları, kanunlara saygılı parti kurmayı bilmemekte, bilerek veya istemeden kanunları çiğnemektedir.

-Veya rejimin, devletin siyasi partilere bakışında (yani Siyasi Partiler Kanunu'nda) bir tuhaflık vardır.

Hangi şıkkı daha akla yakın bulsanız da netice değişmiyor; Cumhuriyet'in demokrasiye doğru evrilmesi ağır ve buhranlı cereyan ediyor; bu durumda Cumhuriyet, yurttaşlarını rahat ettiren, refah ve hürriyete götürmesi gereken bir nimet olmaktan çıkarak, insanların onun uğruna mütemadiyen çile çekmesi, yokluklara katlanması, hürriyet kısıtlamalarını tabii karşılaması beklenen soyut bir ideal hâlini alıyor. Cumhuriyet, insanları daha iyi yaşatmak noktasında defalarca başarısız olurken yurttaşların Cumhuriyet uğruna bağırlarına taş basması, fedakârlık etmesi bekleniyor; en azından yukarda verdiğim örnek, insana bunları düşündürmekte...

Bu fikir yürütme biçimi doğru değil; çünkü Cumhuriyet dediğimiz şey böyle bir şey değil. Cumhuriyet, aslında üzerine yüklediğimiz onca yüksek ideali, emeli ve özlemi kaldırabilecek kapasiteye sahip bulunmuyor; Cumhuriyet aslında basit bir yönetim tercihinin adı: İktidarı kullanma yetkisini bir sülâleye veya hanedana değil de, halk oyuyla seçilmiş kişilere devrederseniz adı Cumhuriyet oluyor; başka bir şey değil. Bu hâliyle Cumhuriyet'le kimsenin derdi kavgası yok; halk dün olduğu gibi bugün de Cumhuriyet tarzı idareden şikâyetçi değil; kimse "padişahımız olsun, monarşiye dönelim veya dinî devlet kuralım" demiyor; herkes insanca ve adaletle yönetilmek, yönetime katılmak, güvenle bakılacak bir gelecek taleb ediyor devletten.

Cumhuriyeti savunduğunu ve koruduğunu ileri sürenler, bunu bir sanat, meslek veya hayat tarzı hâline getirenler ise, bu gibi insanî talepleri kolaylıkla Cumhuriyet aleyhtarlığı diye nitelerken aslında Cumhuriyete en büyük fenalığı yapıyorlar; böylelerinin savunması altında Cumhuriyet giderek ufalıyor, önemsizleşiyor ve değerini kaybediyor.

Hükümetteki partinin Cumhurbaşkanı da dâhil olmak üzere yargılanmasını ve kapatılmasını isteyen Savcı aslında Cumhuriyet'i kollamış ve savunmuş olmuyor, bu diskuruyla hem Cumhuriyet fikrini, hem Adalet uzvuna duymamız gereken saygı ve güveni zedeliyor.

Sorarım; bugünlerde kim Anayasa Mahkemesi'nde görevli bir yüksek hâkiminin yerinde olmak ister? Savcı, ciddiyetine hukukçuların bile inanmadığı zayıf delillerle doldurduğu bir dosyayı Anayasa Mahkemesi'ne göndererek bu kurumu çok tartışılacak bir mevkie itiyor. Mahkeme davayı kabul edip Savcının iddialarını kabul ederse tartışılacaktır; reddetse yine tartışılacaktır; öyle görünüyor ki bu dâvâda Anayasa Mahkemesi için sâlim bir çıkış kapısı yoktur; kararı ne olursa olsun Anayasa yargısı peşinen itibar kaybına zorlanmaktadır; halbuki yüksek yargının temsilinde Türk adaleti, Cumhuriyet'in en kavî, en muteber ve en prestijli kurumu olmak durumundadır. Henüz geçen yıl mâlum 367 meselesinde verdiği kararla, hukukçuları bile şaşırtan Anayasa yargısı, bir kere daha bu zor duruma düşürülmemeliydi.

Savcının iddianamesi, bürokratik iktidarın "bütün gemileri yakmak" pahasına âcilen bir çıkışta bulunmaya, bir şeyler yapmaya kendini mecbur hissettiğini göstermesi bakımından endişe vericidir; halbuki "erdem"le üzerinde yükselmesi gereken bir Cumhuriyetin, evvelemirde Hukuk, yargı, devlet bürokrasisi gibi temel kurumların itibarı konusunda titizlik göstermesi gerekirdi; bu kurumlar herkese her zaman lâzım olan müesseselerdir.

Kaldı ki bir Cumhuriyet, sadece bu iş için görevli savcılar tarafından savunulmaya muhtaç kaldıysa, durum gerçekten vahim demektir; çok şükür ki bu ülkede devleti, Cumhuriyeti, halkın dirlik ve düzenliğini ciddiye alan son derece ciddi bir kamuoyu desteği mevcuttur ve bu kamuoyunun mühimce bir kısmı (en azından yarısı diyelim), Savcı'nın kapatılmasını istediği siyasi kuruluşa oy vermiş kişilerdir. Onların rejimle, devletin yapısıyla alıp veremedikleri bir şey yok. Herkes emin olmalıdır ki onlar da, Savcı kadar ülkelerinin selametini, huzurunu, gelişmesini isterler ve öyle davranırlar.

HÜKÜMETE DÜŞEN...

Bu safhada hükümete düşen görev, iştahlı mukabil demeçlerle ortamı germeden, sükûnet ve kararlılıkla görevine devam etmesidir. Mühim bir yargı mensubu, çok tartışılır bir iddiada bulundu diye hukuk camiasını dolaylı da olsa inciten söz ve davranışlardan kaçınılmalı, devletin kurumları arasındaki âhenk ve koordinasyonun gözetilmesine her zamankinden daha ziyade dikkat edilmelidir. Şahsi kanaatime göre böyle bir ikazda bulunmanın yeridir; çünkü "mağdurluk" rolü uzun süre benimsenirse, neticede muktedirlik sıfatı zaafa uğrar.

AKLINIZDA BULUNSUN: MÜSLÜMANLARIN AHVALİ HAKKINDA ÖNEMLİ BİR KİTAP

Size dikkate değer bir kitap tavsiye etmeme izin veriniz: Ufuk Kitap tarafından yayınlanan "İslâm'a Yolculuk" isimli çalışma, bilinmesi ve tartışılması gereken tezler ihtiva ediyor. Yazarı Akbar Ahmed'in tesbitine göre günümüz İslâm dünyasında Müslümanlar, başlıca üç temel davranış içinde bulunuyorlar. Her üçü de Hindistan'da küçük bir kasabadan ismini alan bu davranış kalıpları şunlardır:

-Tasavvuf ve manevi gelişime önem veren Acmer modeli,

-Dünyaya geniş açıdan modernist yaklaşımla bakan Aligarh modeli,

-İslâmi geleneği ve fikriyatı esas tutan Deoband modeli.

Kitap, muhtelif İslâm ülkelerinde bu varsayımın geçerli olup olmadığını inceleyen zengin saha araştırmaları ve tasvirleri kapsıyor. Aklınızda bulunsun. 424 sayfa. (www.ufukkitap. com)

ALİ ÜSKÜDARİ'Yİ TANIMAK; BİR DENİZ FENERİ

Kubbealtı Neşriyatı arasında yayınlanan, "Ali Üsküdari, Tezhib ve Rugâni Üstadı, Çiçek Ressamı" isimli bir dikkate değer çalışma, geleneği takib eden sanatlarımızın yeniden üretilmesi ve bilim metoduna uygun tarzda araştırılması konusunda sevindirici, övünç verici bir eserdir. Sanatkâr Gülnur Duran'ın "bilimde yeterlik" tezi olarak hazırladığı bu kitap, belki genel okuyucu kitlesinin dikkatinden uzak kalacaktır ama böyle eserler deniz fenerleri gibidir; yolumuzu aydınlatır ve varlıklarıyla bize güven verirler.

Klasik sanatlarımız adına bu eserin yayınlanmasından büyük bir sevinç duydum; Kubbealtı'na ve Gülnur Hanım'a binlerce teşekkür.