Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Büyük depremin 6. yıldönümü. Milliyet gazetesi güzel bir değerlendirme haberi yapmış; neticesi şu: Ders almamışız.

O günlerde şöyle bir iyimserliği savunuyordum: "Artık hiçbir şey, depremden önceki gibi kalamaz. Türkiye değişecek". Bir yetkili, "deprem vukuunda İstanbul'un hangi semtinde hangi binaların yıkılacağını tek tek biliyoruz, tesbit ettik" demiş. Herhalde o binalarda oturanlar da bu bilgiden haberdar edilmişlerdir. Beklenen nedir; devletin işe el koyup, binaların rant değerini ve mülkiyet paylaşımlarını garanti ederek o semtleri yıkıp yeniden inşası ve bedavadan mülk sahiplerine dağıtması mı?

Türkiye saltanattan Cumhuriyet'e bir günde geçti, 4 asırlık Hilâfet bir günde ilga edildi. Bizim gibi ülkelerde üstyapıyı değiştirmek kolaydır; nitekim bakınız Meclisimiz gerekli her kanunu çıkarmakta müşkilat çekmiyor ama küçük, sıradan, düz akılla halledilecek şeyleri şehir ölçeğinde çözmek zorların zoru. Şehirlerde imtihana çekiliyoruz; çaka çaka başımız dönüyor. Sıfırdan başlayalım; şehirlerin imar planlarını okumuş çocuklarımız yapıyor, milli iradenin temsilcileri onaylıyor. Tapu ve kadastro daireleri şehirlerde mülkiyet ilişkilerini tescil ediyor, mahkemeler ihtilâfları çözmekle mükellef. Meselenin mevzuat tarafında açık yok yani. İnşaatların nasıl yapılacağı, kaç metreküp betona kaç kilo demir kullanılacağı yine mevzuatta yazılı. Mevzuat işin en kolay faslıdır zaten; daralınca bir Batı ülkesinin mevzuatını alır tercüme edersiniz; sosyal yapıya kısmen aykırı gelse bile o dahi iş görür, yeter ki ciddiyetle tatbik edilebilsin.

Mesele şurada: Bir arkadaşım anlatıyor. Beş katlı binaya inşaat esnasında asansör konulmamış ama asansör yeri projede var. Aradan on küsur sene geçtikten sonra ihtiyaç duyulmuş, binaya asansör koymaya karar vermişler ve daha önce banyoya eklenen asansör boşluğunu açmak için beş katın banyolarını yıkıp küçültmüşler.

Bir Veli Göçer vardı; şimdi Yalovalılardan bile hatırlayan kalmamıştır. Aklımda kaldığı kadarıyla o müthiş felakette yıkılan bazı binalarda taksiri olduğu gerekçesiyle yakalandı ve yargılandı. Şimdi serbest midir bilmem ama adam, o günlerde günah keçisi yerine konulmuş ve olanca husûmeti üzerine celbetmişti. Oysaki yıkılan her binanın mevzuata göre bütün sorumluluğunu üstlenen teknik adamlar ve heyetler vardı. Onlar vaktiyle binayı denetleyip iskan müsaadesi verdiler ve bu teknik elemanların meslek kuruluşları, odaları vardı; yine var. Yine aynı düzen işleyip gidiyor. Yine denetim mekanizmaları "yalapşap" işletiliyor. Yıllardır bu böyle.

Zor işler değil ki bunlar; maazallah 8,5 şiddetinde bir yer sarsıntısına dayanacak bina yapmak için gerekli meblağı, ev satın alanlar zaten ödüyor; velev ki ilave maliyet çıkarsın, nedir; yüklenicilerin kâr payına kıyasla kaç paradır iki ton beton, üç ton demir? Depreme mukavim bina yapmanın zekâ ile, teknikle, medeniyetle alâkası yok ama o meblağı inşaat esnasında çalmanın adı barbarlıktır; eğer varsa bütün medeni birikiminizi sıfıra müncer kılan bir rezâlettir ve bu kabil rezâletler bizde istisnâi olmaktan çıkıp neredeyse kaide haline gelmiştir.

Yeşil alan, oyun parkı, yol, otopark hesaplaması çocuk oyuncağıdır ama tatbiki zorların zoru. Adam gider dere yatağına bilmem kaç katlı ev yapar; heyelân veya selde evin uçacağını tahmin etmek için okumuş olmaya gerek yok: Sel gelir, ev uçar ve devlet, o bayat siyasetçi ağzıyla, "bütün hasarı tazmin ederiz, vatandaşımızın yanındayız" der ve sözünü de yerine getirir.

Bir kızcağız Düzce depreminden sonra "7,4 yetmedi mi?" mealinde bir pankart açtı diye bir linç edilmediği kaldıydı. Altı seneden sonra geriye dönüp baktığımızda "demek ki yetmemiş" demekten başka çare bulamıyoruz.

..

Hani biz büyük medeniyetler kurmuştuk vaktiyle?