Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yeni Hayat gazetemizin ön tanıtım videosunda siz hakikatli okuyucularımı bir miktar yanılttığım için özür dilemenin vakti geldi. Akıllı telefon kamerasıyla kendi kendime çektiğim o basit videoda meâlen, bir süreden beri başlamış bulunduğum marangozluk faaliyetlerine artık ara vermek durumunda olduğumu, artık haftada beş gün yazmak mecburiyetinden bahisle ‘elveda marangozluk’ makamında beyaz bir yalan uyduruvermiştim.

Allah taksiratımı affetsin; marangozluğu bırakmadım, bırakamadım. Hatta şartlar elverirse meseleyi abartıp bir müstakil çalışma atölyesi kurmayı bile düşünüp durmaktayım. Bu mâsum yalan için hepinizden özür dilerken, marangozluğu terk haberini ciddiye alıp hakkımda, ‘Marangozluğa devam etse iyi olurdu; onun yaslandığı duvar yıkıldı.’ şeklinde bir tweet atmak jestini esirgemeyen eski bir arkadaşı da hayal kırıklığına uğratmanın derin teessürü içindeyim!

Marangozluk aşkına

Marangozluk meselesinin bu kadar dallanıp budaklanması pek işime gelmiyor; duyanların zihninde hemen dört başı bayındır bir atelye ve icabında ahşaptan adam bile yapabilen hezarfen bir usta hayâli canlanıyor; bu kanaat doğru değil, daha doğrusu hayli eksik. Gerçek şu ki bütün kötü amatörler gibi berbat bir marangoz çırağı, sabırsız bir işçi ve berbat bir tasarımcıyım. Atelye ise, kütüphane niyetine bana tahsis edilen 3×5 ebadındaki odanın bir duvarına iliştirilmiş basit bir tezgâh ve sıradan avadanlıktan ibaret. Abartılacak bir şey yok yani ama üzerinde durulması gereken önemli bir şey var; böyle şeylerle meşgul olmaya bayılıyor ve çok zevk duyuyorum.

İntertetten meslek öğrenilir mi?

Günümün birkaç saati, aklı başında bütün amatörlerin yapması gerektiği gibi o meşhur video sitesinde (Hani Y ile başlayan!), marangozluğun püfleri hakkında araştırma yapmakla geçiyor: Rende bıçağı, keski nasıl bilenir, kurtağzı nasıl açılır, hangi iş için hangi tür testere nasıl kullanılır, bir marangoz tezgâhında bulunması gereken özellikler nedir vesaire türünden kıyâmet kadar eğitici video arasında gezinip dururken farkettim ki internet ortamı, küçük çapta kendi işini görmek isteyen amatörler, hattâ ve hattâ profesyoneller için bile hazine kıymetinde bir kaynak.

İşi ciddiye alırsanız, bir ekran üzerinden yeni bir meslek öğrenebilirsiniz; o kadar önemli bir kaynak…

Yaşasın tarzanca; yani görüntü dili…

Tam bu noktada konunun ‘dil boyutu’ ortaya çıkıyor. Tahmin edeceğiniz üzere bu videoların neredeyse yüzde 95’i İngilizce ve İngilizce videoların da büyük kısmı ABD’li amatörlerin eseri. Bir kısmında alt yazı seçeneği de bulunuyorsa da bilgisayar mantığıyla yapılmış tercümeler olduğu için fayda temin etmesi imkânsız. Neyse ki ‘tarzanca’ diye diller arası bir kolaylık var; yani adamcağız işi tarif ederken kendince hayli dil döküyor, bir şeyler anlatıyor. Şüphesiz önemli ve faydalı şeyler de söylüyor, bu arada tarif ettiği şeyi göstermeyi de ihmâl etmiyor. Eh, bu kadarı da bir şeydir ve tarzanca, yani vücut dili yardımıyla da olsa öğrenmenin yaşı yoktur.

Buna mukabil Türkçe eğitim videolarının belli başlı ortak özellikleri var: Evvela sayıca çok az. Sâniyen itinasız bir çekim tekniği sergiliyorlar ve sâlisen içlerinde işe yararını bulmak çok zor. En iyi niyetli olanları bile genellikle bir işin nasıl yapıldığını göstermek yerine yapan kişinin hâtıralarını nakletmeyi, meseleye belgesel tadı vermeyi yeterli buluyorlar.

Demir nasıl tavlanır?

Neyse efendim; iki gün önce, bizim hırdavatçılarda pek ele geçmeyen mini el planyasını kendi kendinize nasıl yapabileceğinize dair birkaç video gözüme çarptı. Dedim ki, ‘Niçin kendime bunlardan bir tane yapmıyorum?’ Âcilen lâzım olduğundan filan değil; maksat farklı bir proje, bir meşguliyet olsun.

Unutmadan hatırlatayım: Amatör işlerde yazılmamış bir kuraldan (racon!) söz ediliyor; usta dediğin eğer mümkünse kullandığı âleti kendi yapacak; yapamazsa bile bakımını, temizliğini hakkıyla yerine getirecek!

Proje kolay ama bir yerinde fazladan bilgiye ihtiyaç oldu. Adam 2 cm enliliğinde çelik lamayı kesip beşer cm uzunluğunda kaba bıçak malzemesi haline getirdikten sonra ateşte kızdırıp su veriyor ve bu işlemi birkaç kere yapıyor. Marangozluk haydi neyse de demir işi beni aşıyor. Mecburen sitenin arama çubuğuna ‘Demir nasıl tavlanır?’ diye yazdım ve arama düğmesine bastım.

Ne çıktı tahmin edersiniz? Tahmin yürütmenize gerek yok; aynı şeyi siz de yapabilirsiniz. Y ile başlayan o siteye girin ve aynı cümleyi yazın. Karşınıza ilk sırada şu tipte videolar çıkacak:

Kızlar nasıl tavlanır?

Demiri herkes tavlar; ama kızlar…

Vallahi ve billahi! Maaşallah, bu konuda maharet kesbetmiş aziz Türk gençliği, tecrübesiz arkadaşlarına işin püf noktalarını ve ince tekniklerini ayrıntılarıyla izah eden bir hayli video yayınlamışlar, sağolsunlar.

Demirin nasıl tavlandığına ve işlendiğine dair şeyler de yok değil ama arama motorlarını bilgisayar yönettiği için soruları en popüler cevaplara göre sıralıyor. İlk sıraları alan videolara bakarak üstünkörü de olsa o memleketin ahvali hakkında bir fikir edinmek mümkün oluyor böylece.

Tavlama deyince aklımıza gelen ilk karşılık bu; kızlar! Demire gelince, o zaman tavlanmış durumda marketlerde bir yerlerde satılıyordur, uğraşmaya ne gerek var?

Zaten insanlık, MÖ ikibin yıllarından beri demir çağına girmiş değil miydi?


ALİ ŞAHİN HAKK’A YÜRÜDÜ

Ali Şahin’i nereden tanıyacaksınız; ismi okuyucuya âşina değildir; o, gündelik hayatı çekilir kılan aslında âşinâlardan ziyade iki adım ötemizde yaşayan şöhret bulmamış insanlardı. Ali Abi, “her şehre lâzım” adamlardandı. Projektör değil kandil, denizden ziyade ırmak, cennetten ziyade yeryüzü nimeti; yakın, dost, iyi, mütevazı ve insan. Başka sıfatları da yok değil ama bu kadarı bile hayatı çekilir kılmaya kâfi değil mi?

İyi bir gelenek şairiydi. Evkafta memurdu. Kitap meraklısıydı. Fukara dostuydu; cömertti. Verdiğini gönülden veren, yardımdan zevk duyan bir tabiatı vardı. Rızk dağıtılırken ona “doyacak kadar” pay düşmesini mâzeret bayrağı gibi sallayıp durmazdı. Vaktini, harçlığını, kitabını, ekmeğini, sevgisini ve bilgisini yıllardan beri bölüştürdüğü halde eksilmemiş, bilakis nazarımda devler gibi büyümüştü.

O ganî gönüllü, yüreği, sofrası ve kitaplığı herkese açık bir Türkmen dervişiydi. Her şehri kahrı çekilir kılan az sayıda insan vardır; benim için Ali Abi, yukarda da belirttiğim gibi “her şehre lâzım” müstesnalardan oldu. Ali Abi’lerin kadr ü kıymetini bilmek lâzım; şehir onlarsız çoraklaşıyor.

Geçtiğimiz günlerde, iki yıldır yatağa bağlandığı rahatsızlığı vesilesiyle rahmete intikal etti, biraz daha yalnız kaldık.

Eğer hâlâ oralarda bir yerdeyseler ve eğer farkında iseniz etrafınızdaki Ali Abi’lerin kıymetini biliniz.