Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Dersim Harekâtı hiç şüphesiz sırf Kürtlere ve Alevilere karşı dinî ve etnik farklılıklarından ötürü yapılmamıştı; devlet, kendisine karşı bir kalkışma gördüğü için Dersim’de ayaklananlara karşı bugünlerde yeniden hatırlamaya ve tartışmaya başladığımız üzere “ölçüsüz şiddet” kullanmıştı.

Cumhuriyet idaresi, 1924 yılında Şeyh Sait Ayaklanması’nı bastırırken de ölçüsüz şiddet kullanmıştı fakat başvurduğu yol, bilebildiği tek yoldu ve özellikle Kürtlere yönelik bir kastı yoktu; nitekim aynı tavrını ertesi yıl “şapka inkılâbı” esnasında da göstermiş ve bu reformu eleştirmeye kalkışanları da aynı derecede ölçüsüz şiddet kullanarak cezalandırmaya çalışmıştı. Kubilay hadisesi gündeme geldiğinde, meseleyi gerçek suçlularla sınırlandırmak yerine bir kısım tarikat bağlılarını da içine alacak derecede genişletme eğilimi göstermesi de aynı cümledendir.

Cumhuriyet yönetimi Alevilere, Nakşilere, Kürtlere, şapka giymek istemeyenlere, Sünnilere, Şafiilere, liberallere, İttihatçılara, toprak ağalarına, komünistlere, velhasıl bilumum muhaliflere yönelik özel bir nefret beslemiyordu; sadece ve sadece kendi otoritesine karşı bir tehdit hissettiğinde lüzumundan fazla sertleşiyor, canı istediğinde “Kanunsuz ceza olmaz” prensibinin dışına taşıyor, gerek hissettiği zaman özel mahkemeler kurdurup adalet hissini rencide etmek pahasına kendi otoritesini yukarıda tutmak ihtiyacı gösteriyordu.

Bu tavrı desteklemiyoruz, “anlayış”la karşılamak gibi bir niyetimiz de yok fakat “anlaşılması” lazımdır; anlaşılmalı ki başımıza gelenlerin hakiki niteliğini bilip ona göre tavır takınabilelim. Anlamak ile anlayışla karşılamak, birbirinden çok farklı zihnî duruşlardır.

Cumhuriyeti kuranlar ve yönetenler, milleti meydana getiren unsurların birine veya birkaçına özel bir muhabbet veya nefret besliyor değillerdi; bu bakımdan –ironik gibi görünse de- “tarafsız” oldukları pekâlâ ileri sürülebilir. Onların taraf olduğu yegâne şey, kamu otoritesinin ihlâli tesis mevzubahis olduğunda kayıtsız şartsız devletten yana tutum takınmaktı. Cumhuriyet, adı üstünde “halk idaresi” idi fakat cumhuriyetin yöneticileri halkı, kendini yönetecek derecede reşit ve gelişkin kabul etmiyorlar, onu hayli uzun bir süre yönlendirilmeye, biçimlendirilmeye ve eğitilmeye muhtaç bir ortaçağ artığı ahali gibi görüyorlardı.

ALEVİLER VE CHP

Bugün hangi görüşe sahip olursa olsun, hemen herkesin kolaylıkla anladığı ve fark ettiği bu durum, daha düne kadar görmezden geliniyor, “Atatürkçülük yapmak” adına Cumhuriyet’in ve tek parti döneminin kusurları, zaafları görmezden gelinerek çok matah şeylermiş gibi yüceltiliyordu. Hâlâ aynı yerde duranlarımız da eksik değil; fakat Demokratik Açılım meselesi Meclis’te görüşülürken heyecana kapılarak Dersim İsyanı’nda devlet güçlerinin yapıp ettiği şeyleri savunmaya kalkışan CHP Milletvekili Onur Öymen’e karşı bir çığ gibi yükselen tepkiler, “o devrin rûhu”nu anlamaya başlayanların sayısını artırmış gibi görünüyor. Kürt olmayan Aleviler, Alevi olmayan Kürtler, Alevi Kürtlerle birlikte haklı bir tepki gösteriyorlar. Bu gerçek bugün ve henüz su yüzüne çıkmış değildir; 1937’den beri o gerçek oradaydı, biliniyordu, sayıca fazla olmasa da Dersim İsyanı hakkında yazılıp çizilenler ortadadır. Buna mukabil Dersim’de olup bitenleri bir CHP’li vekilin mazur göstermeye kalkışması ile birlikte tepkiler çok farklı bir boyutta tezahür etmeye başladı. CHP’de parti içi tartışmalar yaşanıyor. Tunceli doğumlu CHP Milletvekili Kemal Kılıçdaroğlu, Onur Öymen’i istifaya davet ediyor.

DERSİM’DEN ATATÜRK SORUMLU

TUTULABİLİR Mİ?

Şimdi meselenin en dikkat çekmesi gereken noktasına eğilelim. 1999 yılında silahlı saldırı sonunda hayatını kaybeden Ahmet Taner Kışlalı, (ataturk.turkforum.net) adlı internet sitesinde hâlen yayında olan “İşte Dersim Gerçeği” başlıklı yazısında [tarihsiz] bahsettiğimiz çelişkiyi şöyle vurguluyor: “Dersim Ayaklanması’nın çok kanlı bir biçimde bastırıldığı doğrudur. Hareketi yöneten komutanın bu nedenle görevden alındığı da bilinmektedir. Ama Dersim Ayaklanması nedeni ile Atatürk’ü ve Kemalizm’i suçlamaya çalışanların öncelikle şu soruyu yanıtlamaları gerekir: ‘Suçlamalar doğru ise Tunceli –yani Dersim- niçin yıllar boyu Atatürk’ün partisine oy vermiştir? Türkiye’de Kemalist partiye –ya da bir başka partiye- verilen oyların yüzde 70’leri aştığı bir başka il var mıdır?

İşte Dersim gerçeği!.. Gerisi lâf-ı güzaf.”

TUNCELİLERİN SON 20 YILDA DEĞİŞEN

SİYASİ EĞİLİMLERİ HANGİ YÖNDE?

27 Mayıs darbesinden sonra Türkiye’de Alevilerin DP ve sağ eğilimli partilerden ayrışarak sol eğilimli partilere ve özellikle CHP’ye yöneldikleri genel hatları itibariyle biliniyor. Tunceli’de durum, 70’li yılların başında aynen rahmetli Kışlalı’nın söylediği istikamette: 1973 seçimlerinde CHP Tunceli’de yüzde 69, 77’de yüzde 66, 1983’te (Halkçı Parti) yüzde 63,5, 87’de (SHP) yüzde 54,8, 1991’de ise yüzde 59 oranında oy alıyor. Ezici bir üstünlükle Tunceli’de devleti ve devletçi solu temsil eden CHP, HP ve SHP, Tuncelililerden destek görüyor.

Durum 1995 seçimleriyle değişmeye başlıyor; HADEP ve DEHAP unsuru Tunceli’de devreye girince CHP’nin oylarında çok dikkat çekici bir azalma görülüyor; bu duruma göre 1995 yılında CHP yüzde 23’le Tunceli’de hâlâ birinci parti durumunda iken HADEP yüzde 17 ile ikinciliği ele geçiriyor. 1999’da CHP yüzde 18,3’e düşerken bağımsız adaylarla temsil edilen HADEP-DEHAP çizgisi yüzde 20’yi geçiyor. 2002 seçimlerinde eğilim netleşiyor: CHP yüzde 24, DEHAP yüzde 32,5. 2007’de ise kum saati âdeta tersine dönmüş gibidir: CHP yüzde 16, Bağımsızlar (toplamda) yüzde 55. Bu durumda Kışlalı’nın öngörüsü kısmen doğrulanmış oluyor. Tunceli’de seçmenler, eskiden beri süregelen CHP taraftarlığını yavaş yavaş terk ederek bugün DTP çizgisinde siyaset yapan partilere doğru eğilim göstermekteler; bir sonraki seçimde ise CHP’nin Tunceli’de nasıl bir sonuç alacağı şimdiden kestirilemez ama parlak bir netice olmayacağı da tahmin edilebilir.

ZAMANA YENİK DÜŞEN BİR HÜKÜM

Öyle görünüyor ki Onur Öymen’in Dersim İsyanı hakkındaki sözleri, bugüne kadar, sağa karşı sol-sosyal demokrat cepheyi destekleyen Aleviler, Alevi Kürtler ve Tuncelilileri sadece cephe değiştirmeye değil, bir kanaat revizyonu yapmaya da yöneltecektir. Ahmet Taner Kışlalı’nın tahminen 1995 civarında söylediği, “Suçlamalar doğru ise Tunceli –yani Dersim- niçin yıllar boyu Atatürk’ün partisine oy vermiştir?” cümlesi, zamana yenik düşmüş oluyor. Cemevlerinde Hazreti Ali ve Hacıbektaş Veli’yi temsil eden portrelerin yanısıra Atatürk’ün fotoğrafını da aynı büyüklükte asmayı bir cemevi geleneği hâline getiren Alevilerin, tek parti dönemiyle esaslı bir zihnî hesaplaşma içinde girip girmeyeceklerini şimdiden bilemeyiz fakat bazı taşların yerinden oynadığı da gerçektir. Mesela bu meyanda Dersim Harekâtı esnasında kullandığı uçağı ile bölgeyi bombaladığı sık sık vurgulanan Sabiha Gökçen (Bazı kaynaklar tarafından Dersim’in Alevi yetimlerinden biri olduğu ileri sürülür) isminin niçin İstanbul’un ikinci büyük havaalanına konulduğu da tartışma gündemine gelecek gibi görünüyor.

Taşlar kımıldıyor, Türkiye gömlek değiştiriyor. Tek parti romantizminin sorgulanmaya başlaması bunun önemli belirtilerinden biridir zannımca…