Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Buna istiskal derlerdi eskiden, şimdi bir garip karşılıklar çıktı; bazıları jest, bazısı ise rest diyor. Bu istiskalden jest mânâsı çıkaranların haline eskiden pişkinlik derlerdi, şimdi ne derler bilmiyorum.

Cumhurbaşkanının başbakanı istiskâli! Cumhuriyet tarihinde eşi benzeri yok. Hadisenin tek olumlu, hatta olağanüstü tarafı, başbakanın sinirleri üzerinde müthiş bir denetim kurarak gazetecilere o açıklamayı yapabilmesi, hatta gülümseyebilmesi. Başbakan'ın âsâbına bu derece hâkim davranması, altı çizilmesi gereken önemli bir liderlik vasfıdır ve takdiri hak ediyor. Sair zamanlarda, "Ben olsam başbakandan daha iyisini yapardım" diye düşünebilirsiniz ama tam da o durumda, bundan daha iyisini yapabilmek her kişinin kârı değildir.

Dün Ahmet Selim fevkalade incelikli bir tenkid kaleme aldı bu konuda. Çoğumuzun aklından geçeni o seslendirdi; devlet başkanlığı ile başbakanlık arasındaki resmi ve sempatik ilişkilerin ne halde olduğunu az buçuk tahmin ediyorduk ama telefonların kesik olduğundan haberimiz yoktu!

Belki farkında, belki değil; AK Parti'ye durup dururken en azından % 15'lik AKP'li olmayan seçmen desteğini tahrik edenlerin başında Cumhurbaşkanı'nın ve bürokratik uzantılarının bu garip davranışları vardır: O görmezden gelmeler, göz göze gelmemek için duvarları delip geçen derin bakış türleri icat etmeler, durum kaçınılmaz hale geldiğinde bakışları ufûnetin en kahhar destesinden bir ok haline getirerek fırlatmalar... Belgeleri var bunların, fotoğrafları çekildi. Cumhurbaşkanının başbakandan nefret ettiğini belgeleyen kareler. Bırakınız devlet idaresini, bir anonim şirkette bile bu kadar hissiliğe tahammül edilmez.

Böyle yapa yapa, partisine henüz kurumsal kimlik ve sahicilik kazandırmakta bile ne derece başarılı olduğu su götüren Başbakan'a ve partisine bir Demokrat Parti efsanesi (plastik değil, hakikaten DP'den bahsediyoruz) şeklini veren odur. Defalarca yazdık, "Yapmayın; milletin dengesini bozacaksınız; teraziye çok ağır yükler bindirirseniz artık nüansları fark edemez hale gelir" dedik okumadılar; çok alâmetler belirdi, görmediler, hâlâ olup bitenin farkında değiller. Bütün hesap şu galiba; iki sene sonra emekliler kulübünde prafa oynarken masadakilere, "hiç zahmet edip listeni çıkarma dedim; mosmor oldu, yüzü renkten renge girdi" filan gibi gevrek ve harcıalem hatıralar nakletmek (arkadaşı var mıdır; zannetmem ama?..) Etraftan "bravo Necdet Bey, büyüksün; hadi bir daha anlat" pohpohlamaları...

Cumhurbaşkanı'nı ciddiyetle seven ve takdir eden bir kitle var; onu rejimin, cumhuriyetin, laikliğin, aydınlanmanın, dürüstlüğün sembolü zanneden bu kitle, hangi dala çaput bağladığını şu son hadisede iyi fark etmelidir. Çaputun altta yatan mevtâya faydası veya zararı yoktur fakat yaşayanların itikadını bozar, çünkü bâtıl itikâttır. Sayın A. Necdet Sezer, uzadıkça uzayan görev süresinde "iyi devlet adamı" sıfatına örnek gösterilecek pek az karara imza koydu; eylemiyle değil retçi davranışlarıyla dikkat çekti. Tarafsızlığına gelince hükmü kendisi versin; herhalde kendisi bile tarafsız görev yaptığını ileri süremeyecektir. Bizim gençliğimizde en sıra neferi ülkücüde bile "devlet şuuru" denilen şey, bundan daha çok tecelli ederdi.

Devlet şuuru!

Şu son "listeye bakmaya gerek yok" hadisesi, devlet başkanlığı, ilk senesinden sonra öfkeli ve takıntılı memur çizgisinin üstüne bir türlü çıkamadığı Cumhurbaşkanlığı kariyerinin icmâli gibidir; tarihe, aksi ve geçimsiz bir devlet başkanı olarak geçmek hazin bir final.

Artık kabul edilmeli ki Sezer'li Çankaya, AK Parti'nin kusurlarını, defolarını hızla izale eden bir dolgu macunu fonksiyonu icra etti; Sezer'siz Çankaya ise (derin bürokrasinin muhtemel aksiliklerini sürdürmezse) hükümeti icraatıyla yapayalnız bırakacaktır.

Biz hayır dilemekle yükümlüyüz; hayrın nereden tecelli edeceğini ise biz bilemeyiz.