Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Çeyrek asır önce mahalli gazetede çalışırken, yani başmakaleden roman tefrikasına, ilan faturası kesmekten soba temizlemeye, misafirlere kahveden çay ısmarlamaktan odun kırmaya, hâsılı yazı işleri müdürlüğünden helâ temizlemeye varana kadar bilumum işlerle uğraşırken haber de yazardık.

Bize göre herkesin lânetlemesi gereken bir haber yakaladığımızda kendimizce allayıp pullar, sonuna da, "bu konuda görüşüne başvurduğumuz vatandaşlar ateş püskürdüler ve demediklerini bırakmadılar" meâlinde haber metnine bitişik yorumlar attırmaktan da keyif duyardık.

Dünkü gazetelerden birinde aynı minvalde bir "habere giydirilmiş yorum" okuyunca gülümsedim ve "bu haberi Zaman Gazetesi'nin bir muhabiri kaleme almış olsaydı, karşılaştığı ilk editör filtresinde çöp kutusunu boylar, üstüne de iyi bir zılgıt yerdi" diye düşündüm.

Gazetenin ve muhabirin adını vermeyeceğim; maksad bağcıyı dövmek değil, üzüm yemek.

Haberin başlığı şöyle: "Okulda şiir ve romana özgürlük geliyor". Milli Eğitim Bakanlığı'nın Talim ve Terbiye Kurulu, bundan böyle yardımcı kaynak adı altında öğrenci ve öğretmenlere kaynak tavsiyesi yapmaktan vazgeçecekmiş. Bakan Hüseyin Çelik, bu yazıda adı geçmeyen gazetenin adı geçmeyen muhabirine yaptığı açıklamada, "tavsiye" adı altında gizli bir sansür gibi çalışan bu uygulamayı niçin kaldırmak istediklerini izah ederken, on bin fakir öğrencinin burslu okumasına dair düzenleme içinde bu maddenin de yer aldığını ve Cumhurbaşkanı'nın bu uygulamayı veto etmediğini söyleyerek, "bu tür kitapların seçimini okul yönetimi, öğretmen ve velilere bırakacağız" demiş.

Kısacası daha önce devletin sıkı sıkıya sahiplendiği bir hakka, yani öğrencilere hangi kitapların tavsiye edileceği imtiyazına son veriliyor; "biz bu işi merkezden yapmayalım, okul yöneticileri, öğretmenler ve veliler karar versin" denilmekte. İlk bakışta çağın gidişatına uygun, hürriyetçi ve demokratik bir uygulama. Ama ya istismar edilirse, ya bilmem ne vilayetinin bilmem ne kasabasında bu uygulama kötüye yorulursa ne olacak?

İşte muhabirimiz de vatanını, milletini ama her şeyden önce kamu nizamını düşünen sorumlu bir vatandaş olarak bu müşkül muamma karşısında hayli düşünmüş olmalı. Hani tam bir, "Kızı gönlüne bırakırsan ya davulcaya varır ya zurnacıya" durumu! "Bu kadar hürriyeti hazmedebilir miyiz bakalım?" endişeleri. Birilerine sorsa, "uzman görüşü" alsa iyi olacağını o da kestiriyor ama anlaşılan vakti yok. Ne yapmalı?

Bizim tam 25 sene önce 25 yaşında acemi bir gazeteci sıfatıyla yaptığımızı tekrarlamaktan başka çare bulamıyor; "Altında buzağı mı var?" ara başlığı ile haber sonuna eklenen kısmı gazeteden aynen okuyoruz:

"....... gazetesinin görüşlerine başvurduğu öğretmenler, imam hatip okullarını hatırlatarak, bu uygulamanın hoşgörüye hizmet eder gibi göründüğünü, ancak karşıt görüşlere hizmet edeceğini iddia ettiler. Bu arada tarikat yayınları konusunda da dikkatli olmak gerektiğini belirttiler"

Nasıl ama?

Kim iddia etmiş; öğretmenler! Kim bu öğretmenler? Efendim görüşlerine başvurduğumuz öğretmenler! Ne demişler? "Ya altından tarikat parmağı çıkarsa" demişler. Peki, böyle bir görüş alma hadisesinin aslı var mı? Tabii ki yok, nereden olsun? "Evvela ateş edeyim, kimliğini nasıl olsa yarın gazeteler yazar" hesabınca kaleme alınmış bir "gizli yorum" metni.

Bu küçük haber üzerinden işletilen "hürriyetten kaçış" fenomenini alıp YÖK taslağı üzerine koyunuz; olup bitenler daha berrak anlaşılacaktır.

Milli Eğitim Bakanı'nın, hükümetin işi zor çünkü "altında buzağı mı var?" şüphesi, hükümetin her icraatında muhaliflerin zihnine takılıyor, bir nevi "işletilmek", "gaza getirilmek" endişesi söz konusu.

Hastalığın adı güvensizlik!


Zaman gazetesi haberle yorumu birbirinden titizlikle ayırıyor; haber analiziyle, haber araştırma yazılarıyla okuyucusuna kendi yorumunu geliştirmek hakkını veriyor. Zaten farkındasınız, ben sadece bir kere daha altını çizmek istedim.

Güvensizliği izâle etmenin yegâne şartı saygıdır; karşılıklı saygı.