Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

MHP lideri Devlet Bahçeli, 26 Eylül 2010 günü yayınladığı bir basın mesajı ile Dil Bayramı’nı kutladı. Bu mesaj, MHP’nin “Dil Bayramı” ve “Türkçe” kavramına bakış açısını göstermesi bakımından önemli bir belgeydi. Herkes bilir ki siyasi partilerde ve ilgili kamu kuruluşlarında bu gibi önemli gün ve bayramlar, çoğu defa liderin veya yöneticinin haberi bile olmadan danışman veya yardımcı sekreterler tarafından hazırlanan ve çoğu defa okunmadan imzalanarak resmiyet kazanan belgeler vasıtasıyla kutlanır. Bu yılın Dil Bayramı, hükümetle DTP arasında sürdürülen “yumuşama” görüşmelerinin tam ortasına ve özellikle DTP sözcülerinin, “ana dilde eğitim” talebini yüksek sesle dile getirdiği ilginç bir zamana denk geldiği için, sair zamanda bizzat kaleme alanların bile önemsemedikleri bu kutlama mesajını dikkatle okuyup satır aralarını tahlil etmek istedim.

‘DİL DEVRİMİ’ BÜYÜK TAHRİBAT YAPMIŞTIR

Evvela Dil Bayramı üzerinde durmalıyız. Dil Bayramı, 26 Eylül 1932 tarihinde I. Türk Dil Kurultayı’nın toplandığı tarihi vurgulamak bakımından kutlanan bir bayram. Türk Dil Kurultayı, bir sene önce toplanan Türk Tarih Kurultayı çalışmalarının devamı olarak gündeme gelmişti. Her iki kurultay, Türkler için yeni bir tarih ve dil tasarımı maksadına yönelikti; bu maksat kısaca genel Türk tarihi içinde Osmanlı asırlarının taşıdığı İslâmî vurguyu önemsizleştirmek, Türklerin kökeni hakkında yeni tezler getirerek onların medeniyet yapıcı, kurucu, fâtih ve en eski tarih aktörlerinden başlıcası olduğunu öne çıkarıp vurgulamaktı. Dil Kurultayı bu çerçeveyi şöyle tamamlayacaktı: Türkçe, dünyanın en eski dillerinden biriydi, hattâ diğer dillere kaynak olacak derecede eski ve zengindi fakat Osmanlıların “İslâmlaştırıcı” müdahalesi ve diğer bazı dillere (Münhasıran Arapça ve Farsça!) karşı duydukları anlamsız düşkünlük sebebiyle dejenere olmuş, aslından uzaklaşmış, bir avuç gayrımillî saray azınlığından başka kimsenin anlamadığı bir yüksek zümre dili haline gelmişti; eğer köklerine döner ve yabancı etkilerden arındırılırsa yeniden eski ihtişâmına kavuşacaktı.

Dil Kurultayı’nın ve “Bayramı”nın ardındaki temel varsayım buydu. Bu yaklaşım, 30’lu yıllar boyunca TDK aracılığı ile dilde tasfiye şeklinde anlayıp uygulandı. Arapça ve Farsça kelimeler Türkçeden atıldı. Dilin eski kaynaklarına dönüş amacıyla sözlük ve tarama çalışmaları başlatıldı.

Ne var ki çalışmalar başarılı olmadı; Türkçe, eski zamanlarda olduğu farz edilen ihtişâmına kavuşmak yerine bir karmaşanın ve ideolojik kavganın aracı haline geldi. “Tarihî Türkçe” için, Kurultay ve “Kurum”un koyduğu prensipler, tarihî devamlılığı içinde yaşayıp varlığını sürdüren Türkçe birikimi için yıkım oldu. Dünyanın en zengin dili olduğu varsayılan Türkçenin “özleştirilmiş” hali, kısa, tok ve sert hecelerden kurulu yapısıyla Türkçenin müzikal ahengini bozdu. Özellikle çok kullanılan Arapça kelimelerin yerine getirilen yeni (uydurulmuş, türetilmiş) kelimelerle dilin günlük ihtiyaçları bile karşılamadığı fark edilince TDK’nin hâmisi Atatürk, bir yanlışlık yapıldığını fark ederek frene bastı.

Ünlü “Dil Devrimi” efsanesi böyle doğdu. Yanlış varsayımlar üzerine kötü bir uygulama getirilmiş ama sonuçları beğenilmemişti. Devletçi intelijansiya, sonraki yıllarda “Dil Devrimi” kavramına sıkı sıkıya sarılarak, bugünün Türkçesini, tarihî Türkçeden kopardılar ve lisanı, İslâmi köklerinden uzaklaştırmaya çalıştılar; bu maksatta hayli başarılı olduklarını kabul etmek zorundayız; maalesef!

MUHFAZAKÂRLIĞIN EN CİDDİ DAYANAĞI DİL MESELESİDİR

Türkiye’nin muhafazakârları, tâ başından beri Dil Bayramı’nın mânâsızlığını savundular; özleştirme ve uydurmacılığa karşı çıktılar; yaşayan lisanın geçmişi ile redd-i miras davasına girişmesine muhalefet ettiler; Dil Devrimi’nin millî lisanı zenginleştirmek yerine mahvettiğini gösteren çok ciddi yayınlar yaptılar. Türkiye’de milliyetçi fikriyatın en tutarlı ve güçlü dayanaklarından biri de Dil Devrimi’ne, Dil Bayramı’na karşı durmaktı.

Bugün MHP’nin “Dil Bayramı”nı, son derece coşkulu, abartılı, hatta mübalağa derecesinde övgü kelimeleriyle desteklemesi ilginç bir tutumdur. Bakınız, Bahçeli’nin kutlama metninde bayram nasıl niteleniyor:

“Birinci Dil Kurultayı’nın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün yol göstericiliğinde 26 Eylül 1932 tarihinde açılmasından beridir kutlanan Dil Bayramı’nın bu yıldönümünde; Türkçemiz çevresinde bir araya gelerek, bir arada yaşamanın eşsiz cazibesini koruyacağımıza sonuna kadar inanıyorum.”

Cümlenin Türkçe zevki bakımından problemler taşıyor olması tâli mesele; aslî mesele MHP’nin dil konusunda, 30’lu yılların bürokratik ve resmî diskurunu andıran bir tavrı tercih etmesidir; bu tercih, son birkaç yıl içinde MHP’de müşahede edilen “Resmî ideoloji” taraftarlığına kayma tesbiti ile uyum halindedir. Mühimdir. MHP, inançlarına sâdık, muhafazakâr, Müslüman, millîci kitlenin resmî ideolojiye itiraz eden gür sesi olmak vazifesinden usanmış görünüyor; MHP’nin dışa akseden yüzünde, özellikle İslâmî kavramlara karşı, belirgin derecede hissedilir ve soğukluk seziliyor. MHP nedense toplumun değil, resmî ideolojinin, devletin dilini kullanıyor.

DİL BAYRAMI VE ALGI HATALARI

Dil Bayramı konusuna yeri gelmişken bir tesbit daha ilave edebiliriz; yıllardan beri TDK’nın himâyesinde soğuk ve kimsenin ilgi göstermediği kutlamalara sahne olan Dil Bayramı, son zamanda Karamanlıların gayretiyle daha çok gündeme gelmeye başladı. Bu meselede abartılı algı hataları vardır: Karamanoğlu Mehmet Bey’in ünlü buyruğunu, Türkçenin kara bahtında doğmuş bir seher güneşi gibi anlamak yanlıştır. Mehmet Bey’in haklı itirazı mahallî hükümetiyle ilgili bir tasarruftu; Türkçe, ondan önce de resmî dil olmuştur, ondan sonra da. Türkçeye karşı en büyük ve lütûfkâr devlet himâyesi, dil devrimcilerinin bir türlü hazzetmediği ve görmezden geldiği Osmanlılardan geldi. Osmanlılar Türkçeyi, devletin, diplomasinin ve ordunun dili kabul ederek asırlar boyunca büyük şair ve nâsirler aracılığıyla Türkçeye eşsiz destekler sundular; Devletin resmî arşivini Türkçe tuttular ve Türkçe, Osmanlılar sâyesinde büyük dil aileleri arasında kalabildi. Osmanlıların stratejik tercihi olmasaydı, Batı Türkçesi, günümüzün Çağatayca veya Türkmencesini andırır bir hâmule ve önemle yaşıyor olacaktı.

Dil Bayramı’nı abartmak, Türkçede Balkan bozgunundan sonra başlayan sadeleşme cereyanının büyük yazarlarına vefasızlık demektir. Türkçe, tarihi boyunca en büyük vefasızlığı Osmanlılar’dan değil, bilakis lisanı, devrim aracılığı ile seküler (din dışı) bir muhtevaya kavuşturacaklarını zanneden bayramcı ve kurultaycılardan gördü.

Dil Bayramı diye mesaj yayınlamak veya festivaller, yarışmalar tertip etmenin, Türkçe sevgisine dair bir işaret taşıdığını inkâr etmiyorum, fakat bu gibi bayramlar bizden ziyade, asırlar boyunca kendi dilini geliştirememiş, baskı altında tutulmuş topluluklara yaraşan bir sevinç vesilesi gibi geliyor bana. Bayram adı altında, Türkçenin kanına ekmek doğranmış olmasını tebcil etmeyi içime sindiremiyorum.

O yüzden benim için Dil Bayramı mânâsızdır.