Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hayli asabi ve hışımlı tenkidler sıraladıktan sonra muhafazakârlığın yeniden tarif edilmesi gerektiğini ileri süren Etyen Mahçupyan'a hak veriyorum; unutulmaması gereken nokta odur ki, bizde bu gibi kavramların târifi zaten yoktur ve biz bu kavramların içini, kendini muhafazakâr, sağcı, liberal veya solcu diye niteleyen kişileri göz önünde tutarak, "takribi" bir târifle doldurmaktayız.

Lügâti olmayan toplumların kadersizliği burada; hayati kavramları böyle üstünkörü, vasatî ve muhayyel lâfları zemin kabul ederek yol almaya mahkûm oluyoruz.

Muhafazakâr deyince siyaset sahnesinde kim gelir aklınıza: Demirel mi, Ecevit mi, Recep Tayyip Erdoğan mı, yoksa Doğu Perinçek mi? Muhafazakârlar neyi ve niçin muhafaza etmek ihtiyacındadır: Milli ve mânevi değerler, kültürel varlığımız, geleneksel dış politikamız veya Cumhuriyet'i inşa eden ideolojik ön kabuller? Buz üzerine yazı yazmak gibi bir şey bu.

Farkında olsanız gerektir: Türkiye Cumhuriyeti, ideolojik ön kabulleri, dış politika stratejileri ve milli savunma konsepti ile sancılı bir makas değiştirme operasyonunun tam ortasındadır. Vaktiyle "biz bize benzeriz" mülahazasıyla kurduğumuz evcil ve mutaassıp milli stratejiler birer birer sarsılıyor; bu değişim nöbetini mümkün mertebe az hasar ve itidalle geçirmek için daha çok "ratio" kullanmak ve her nevi kaynak israfından titizlikle kaçınmak gerekiyor; bu hususta itina göstermezsek "reelpolitik"in hoyrat ve incitici müdahaleleriyle yüz yüze geleceğimizin farkındayız. Bu değişim hummâsında, bizi yarı yolda bırakmayacak kadar sâlih ve sâdık bir lügât en çok ihtiyaç duyacağımız şeydi; en azından bu eksikliğin farkına varılmış olmasının dahi kazanç olacağı düşüncesiyle bu konuyu tekrara mecburum.

İşbu lügât zafiyetidir ki, "7. uyum paketi" adını verdiğimiz ıslahat tedbirlerinin, Avrupa Birliği'ne kabul edilmemizin ön şartı olarak dayatılmasına sebep oldu. Her uyum paketinin içindeki demokratik ve temel hakları takyid edici tedbirleri, Avrupa Birliği'ne kabul edilmek ümidi yerine, toplumumuzun esasen bu gibi haklara lâyık olduğu düşüncesiyle ortaya koymak şüphesiz daha doğru ve sıhhatli bir yaklaşım olurdu, lâkin son noktaya kadar direnmek, demokratikleşme söz konusu olunca çağdaşlığa son vagonun son kapı tutamağından sarılmak bana göre eninde sonunda bir lügât zafiyeti meselesidir. Kendi üzerine kıvrılmış ve dışardaki dünyayı kendi tasavvuruna göre tasvir etmiş bir Türkiye'nin kurduğu dil, bugün farkına vardığımız dünyanın lâzımeleri karşısında geçersizdir; şimdilerde bu derece geniş çaplı ve ihatalı bir felsefi dili yeniden kurmaya gücümüz yetmediği için, bize dayatılan dünyanın dilini hecelemeye mahkûm olduk.

Dolayısıyla muhafazakârlığı yeniden tarif etmek veya "yeni muhafazakârlık"ın çerçevesini oluşturmak zannedildiği kadar kolay değil. Kelimelerle târif makale hacmine sığar ama dilimiz böyle kadük târiflerin lâşesiyle dolu; tartışırken birdenbire asabileşmemizin ve konuyu derhal ilgisiz alanlara kaydırarak birbirimize üstünlük sağlamaya kalkışmamızın temelinde lügâtsizliğimiz var. Lügati olmayanların dünya görüşünün olamayacağını bugün olsun fark edebildik mi? Cumhuriyet kavramını "balo ve tango" ritüelleri derekesine kadar düşürmüşüz; "milli birlik" istihzâ ifade eder olmuş; dünün Maocuları bugünün "milliyetçi" gençliğinin zihnini karıştırabilmekte; dünün İslâmcıları bugün neo liberalizmin faziletlerinden dem vuruyor. Öyle görünüyor ki Doğu Avrupa'da çoktan beridir ceset muamelesi gören komünizm, son nefesini yine bu topraklarda verecektir. Müthiş bir kavram karmaşası, korkutucu bir nirengisizlik içinde tartışıyoruz. Tartışmak önemli ama o dahi usûle ve elbette daha "müdîr" bir değer sistemi olmak üzere dile ve lügâte bağlı.

Devletçiliği ve onun saçma"sapan, aşırı sertleştirilmiş uygulamalarını tenkid ederken "devlet" kavramını ıskalamak böyle bir şey işte. Milliyetçiliği aksayan cihetleriyle yerden yere vururken herkese lâzım olan "milli kimlik ve duruş"u zedelememek inceliğine de riayet etmek lâzım. Vaktiyle lügâti inkâr etmiş olmak, ancak o lügât vasıtasıyla anlaşılabilir tarihi tecrübeyi de dışlamak neticesini doğuruyor.