Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Gelecek yüz yılın romancıları, yaşadığımız son otuz yılın hikâyesini yeniden kurarken kitlevi temsil niteliğini haiz "ülkücü" tipini ve karakteri üzerine eğilmek zorunda kalacaklardır. "Ülkücü" tipi sadece edebi çalışmalar bakımından değil, tarihî, siyasî ve psikolojik etüdler bakımdan da anlaşılmaya muhtaç bir karakter çiziyor.

Edebi ve tarihî değerlendirmeler, "tarihi zaman" cinsinden bir süreçte mayalandırılmadıkça kemal mertebesini bulmuş sayılamazlar; bu bakımdan sadece "ülkücü" tipi değil, "devrimci", "İslamcı", "terörist" gibi Türkiye'nin son otuz yılına damgasını vurmuş genç insan karakterleri hakkında şimdiden sağlıklı bir ilmî ve edebî değerlendirme yapılmasını bekleyemeyiz. Belki de bu yüzden yukarda sözü edilen karakterler hakkında yazılıp çizilen şeyler bir imaj mühendisliği gayretinden, peşin yargılı kötüleme veya kahramanlaştırma arzularından ileri gitmiyor. Aktörlerin, hadiselerin ve karakterlerin sosyal ilim tabiriyle henüz "sıcak"lığını koruması, onlar hakkında "soğumuş" ve hissi yaklaşımlardan arınmış bir hükme varılmasını -tabiatı icabı- engelliyor.

Yaklaşık üç aylık medya yayınlarının ilmi bir dikkat ve titizlikle taranması neticesinde varılacak ortalama kanaat, "ülkücü" denilen insan tipinin -yine medya tarafından inşa edilmiş- kötü ve ürkütücü imajıyla Türkiye'nin gündeminde boy gösterdiğini işaret edecektir. Bu verileri elli veya yüz sene sonra değerlendirmek durumundaki araştırmacıların ne derece sağlıklı bir zemine yaslandıklarını siz de kendi içtihadınızca kolayca tahmin edebilirsiniz. Abdullah Çatlı sembolü etrafında yoğunlaştırılan ülkücü imajı, bir gerçeğin tesbitinden çok, eski hesapların yeniden kurcalandığını gösteriyor. 12 Eylül'den sonra aktivite ve enerji kaybına uğrayan ülkücü tipi, bugünlerde medya tarafından yeniden kurgulanarak tarihi bir rövanş müsabakasına dönüştürülüyor.

Türkiye'nin on yılını kanlı sokak çatışmalarıyla bir iç harp dekoruna mahkum eden eski bir hesap yeniden gündeme getiriliyor. "Eski ülkücü" tabiri, medyanın imaj tezgahlarında karanlık işlerle uğraşan, mafyacı, katil, şiddet taraftarı, cahil ve despot sıfatlarıyla sinsice örtüştürülüyor. İşte bu noktada yetmişli yılları "ülkücü" sıfatıyla yaşamış biri olarak bu kerih imaj mühendisliğinin ardındaki saklanamayan hıncı, intikam duygusunu ve nefreti anlamaya çalışırken nasıl ürperdiğimi ve sarsıldığımı itiraf ediyorum. Bugün yaşı kırkı geçmiş insanlar olarak kendi nefsimizde o devrin muhasebesini çoktan yapmış olmamız gerekirdi. Bir insanın varoluş gerekçesini eski kinler ve hınçlar üzerine kurmasını ürpertici ve sarsıcı buluyorum. Eski defterleri yeniden karıştırarak taraflardan birini haksız, diğerini haklı ilan etmek "medyatik değerler" açısından şüphesiz belirli bir ratinge tekabül ediyor, lakin erbabı bilir ki, medyatik değer yargıları ile hakikat arasında doğru orantı cinsinden bir ilişki kurulması şart değildir. Medyatik değerlerin yükseldiği ortamlarda "Hakk"ı rating raporları tayin eder; hakikati arama ve bulma cehdi değil.

Yetmişli yıllardan bugünlere kadar ülkücü denen insan tipinin kendini anlatmakta ve varlık sebebini izah etmekte "medyatik değerler" kriterine göre başarısız olduğunu yakından biliyorum. "Medyatik kanaat" inşa eden haber merkezlerinde çoğunluğun, ülkücü karaktere hoş nazarla bakmayan insanlardan meydana gelmesi, ülkücüler adına bir imaj tashihinin ne kadar güç olduğunu gösteriyor. Dün olduğu gibi ülkücüler bugün de ne olduklarından ziyade ne olmadıklarını izah zaruretiyle başbaşadır; suçlanan, işaret edilen, töhmet altında bırakılan, hilkat garibesi gibi tuhaf nazarlara muhatap olan insanların kendini müdafaa ihtiyacıyla başbaşa kalması hiç şüphesiz telafisi zahmetli bir inisiyatif kaybı olarak değerlendirilmelidir.

Öyle zannediyorum ki "eski ülkücü" denilen ve şimdilerde kırk yaşlarını sürmekte olan insan kitlesi, Türkiye'nin son otuz yılını etkileyen faaliyetleri hakkında medyanın hükmünden ziyade "tarihin hükmü"nü, hatta "hesap gününün sahibinin vereceği hükmü" daha manidar ve değerli bulacaklardır. Bu kanaate ben de iştirak ederim; ne var ki bu imaj mühendisliğinin ardında yatan niyetin çirkinliği, bütün nesildaşlarım gibi beni de dilhun ediyor: Medya tezgahlarında harıl harıl imal edilen şey, birilerinin bugünlerde pek ihtiyaç duyduğu yeni bir düşman imajıdır. Türkiye'nin yakın tarihinden edindiğimiz tecrübe ise her düşman imajının, bir başka yerlerde birilerini meşrulaştırmakta kullanılmak için hazırlandığı şeklindedir. Yeterince abartılmış ve vurgulanmış bir müşterek düşman tipi, heyecansız taraftarların aktif birer militan haline getirilmesi için kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Tabir bayat ama durumu mükemmelen izah ediyor; "Biz bu filmi görmüştük!" Üstelik tatsız, ızdırap verici ve hüzünlü bir filmdi bu; aynı filmi yıllar sonra yeniden vizyonda görmek, yine o bayat ama mükemmel tabirle "insanı dilhun ediyor."