Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Sine-i millete dönelim" sözünü her duyduğumda beni bir gülme tutar, sinirlerim gevşer, güzel bir Cem Yılmaz seyretmiş olmanın hemen ertesindeki o iyimser ruh hâletine bürünürüm; içim açılır.

"Sine-i millete dönersek, görürsünüz gününüzü" tehdidini gözümde şöyle bir sahne ile canlandırırım: Milletimizin sînesi, memleket uğruna bütün fedâkarlıklara katlanmaya hazır milletvekilleri ile lebâleb dolu bir hangar gibidir. Bu hangarın kapısı beş senede bir açılır ve 550 talihsiz vekile, "haydi bu cennetten çık, git beş sene mahrumiyet ve meşakkatlere katlan; demokrasiye katkıda bulun; bu uğurda çekeceğin acılara milletin hatırı için tahammül et" denilir. Vekiller de, cepheye giden askerler gibi kabarmış bir yürekle, ayyuka çıkmış epik hislenişlerle milletin sinesinden çıkıp parlamento dediğimiz meşakkat evine doğru yola koyulurlar. Ama hani içlerinden birisine, "yahu tamam sen gitme, gel; senin yerine bir başkası gitsin" denilse derin bir oh çekip yeniden sine-i millete dönmeye hazırdır.

Sine-i milletten ayrılmak zorunda kalan her vekil, sanki gül bahçelerini özlercesine yeniden ait olduğu yere dönmek için ruhunun derinliklerinde dayanılmaz bir iştiyak duyar; hatırladıkça gözleri nemlenir, "ah sine-i millet; keşke sana bir an evvel dönebilsem" diye içli içli ağlar.

Edebiyatına bakılınca zâhirinden sine-i milletin öyle bir şey olduğuna hükmediyoruz!

Hâlihazırdaki vekillerimiz ve daha evvel bu meşakkate katlanmış olanlar "sine-i millet" denilen yerin tam da böyle olup olmadığı hakkında daha doğrusunu bilirler elbette: "Sen ne anlatıyorsun kardeşim, senin sine-i millet dediğin yerden çıkıp da Meclis'e girebilmek için anamızdan emdiğimiz süt burnumuzdan geldi, bir sürü masrafa katlandık, birçok heyecanlar çektik, dağ tepe dolaştık. Çıkmak için o kadar uğraştığım bir yere bir daha aklım başımda iken girer miyim?" diye itiraz edebilirler pekâlâ.

Ayrıca bu sine-i millet edebiyatını köpürtmeden önce hesaplanması gereken durumlar vardır; meselâ bazı vekillerimizin, "sine-i millete dönmek iyi ama, ya yerimizi başkaları kaparsa" endişesini ciddiye almak gerekir; zira milletin sinesinde, "yahu biz şu memleketin evladı değil miyiz; biraz da biz ölelim" merakıyla bekleyen hatırı sayılır miktarda namzet bulunmaktadır.

Kaldı ki bazı vekiller açısından sine-i milletin hiç de öyle koşa koşa atılacak bir yer olmadığını da hatırlatmak gerekir. "Sine-i millete dönüyorum; oh, kuş kadar hafifledim" diye istifayı basan bir milletvekilinin, sine-i millete doğru yaklaşırken, "oo, sen hoş geldin, biz de seni bekliyorduk zaten" diye diş gıcırdatıp kemer tokasını gevşetmeye başlayan bir zümreye toslaması hiç de küçümsenecek bir ihtimâl sayılmamalıdır.

Bir başka minik ihtimâl ise istifa eden vekilin, sine-i millete doğru koştukça, sine-i millet denilen şeyin "eyvah yine üstüme geliyor" diye kaçacak delik aramaya başlaması olacaktır; kezâlik, "madem sine-i millete bu kadar meraklıydın, niçin vaktiyle bu mübarek mevkii terk ettin" azarlarına katlanmak da cabasıdır.

...

Bu sine-i millet tâbiri boş bir lâftır; inanmayan bir vekil bulup sorabilir.

Bu bir benzetme ise eğer, benzeyen ve benzetilen unsurlar yakışıksızdır. Önümüzdeki sene seçim olacak hayırlısıyla; sine-i milletten kopup Meclis'e girmek için boğuşmaya âmâde onca evlâd-ı vatanı ayıplayacak mıyız yani?

Ya öyleyse bu siyasi partiler niçin Meclis'e vekil sokabilmek için kendini helâk edip durmaktadır; hazır milletin sinesinde arslanlar gibi rahatlarına bakmak dururken niçin tatlı canlarını eziyete sokmaktadırlar?

En iyisi herkesin önündeki yoğurdu yemesidir; konuyla ilgili fıkrayı bilenler bilmeyenlere anlatsın; çünkü yerim kalmadı.