Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"ABD Şaron'u uyarsın" cümlesi Türkiye'nin başbakanına ait ve Ortadoğu meselesindeki diplomatik pozisyonumuzu bütün açıklığı ile anlatıyor; kendisine sataşan irikıyım ve yaramaz sokak bıçkınına, "babama söylersem görürsün" diye sızlanan bir aile çocuğundan ne farkı var bu cümlenin. Hadise Pasifik ortasındaki adını bile bilmediğimiz iki muz cumhuriyeti arasında cereyan ediyor olsa neyse ama hemen yanı başımızda, neredeyse burnumuzun dibinde işlenen devlet terörüne karşı tepki belirtmek için, "ABD Şaron'u uyarsın" niyazında bulunmak diplomatik bir üsluba benzemiyor; bu başka bir şey ama ne olduğunu telaffuz etmeye dilim varmıyor.

11 Eylül'ü takib eden günlerde ABD yönetiminin tamamen kendinden menkul gerekçe ve izahlarla yaptığı uluslararası terörizm tarifi, pek kısa zamanda birbirinden zehirli meyvelerini vermeye başladı. Ne yazık ki artık beynelmilel bir vicdan ve hassasiyetten bahsedilemiyor. Ortadoğu'nun sâbıkalı aktörleri arasına sıkışıp kalan Filistin ahalisi, Afganistan'dan sonra yeni terör tarifinin gadrine uğrayanlar sırasına katıldı.

Bu tarifin ahlâki veya rasyonel bir temeli yok. Amerika'nın gündelik menfaatlerine ve siyasetine göre muhteva değiştiren bu terör tarifi, yakın ve uzak gelecekte her ülkeyi benzeri sıkıntılara sokabilir. İşte böyle bir vasatta güçlü bir bölge aktörü olduğunu vehmettiğimiz Türkiye'nin en yetkili ağızdan "ABD Şaron'u uyarsın" şeklinde mânâsız bir sözle sesini yükseltmesi, milletlerarası siyaset sahnesinde söyleyecek sözümüzün kalmadığı anlamına gelir.

Türk basınında hemen herkes, "Filistin halkı göz göre göre katlediliyor" diye yakınmaktan bir adım fazlasına tâkât yetiremez halde. Misline az rastlanan bir mutabakat var ama neticesi yok. Bütün dünya kamuoyu, katilleri müştereken lânetlese bile bu irade "iş"e ve zulmün durdurulmasına yetmiyor.

Mezarlıktan geçerken korkularımızı yenmek için ıslık çalanların haline benziyor hâlimiz; katledilen masumların şahsında bu derece aşağılanma raddelerine düştüğümüz için vaktiyle hangi şenaatleri işlemiştik; o mesele üzerinde zihnimizi yorsak belki daha manidar bir iş yapmış olacağız.

"Ben maçlara çıkarken Allah bana yardım etsin diye dua etmem. Ben zaten Allah'a inanıyorum. O bana yardımcı oldu, oluyor da. Sırf maçlarda yardımcı olsun diye dua etmek bana göre sahtekârlıktır, rakibe haksızlıktır. Ben zaten her gün idman yapıyorum. Benim maç için duam idmandır."

Bana göre geçen haftanın en dikkate değer beyanatı, (ricâl"i devletin söyledikleri de dahil olmak üzere) Roman Dobrowski adındaki Polonya asıllı futbolcunun yukarda okuduğunuz sözleri idi. Yeni adıyla Kaan Dobra'yı öteden beri sebebini izah edemediğim bir sempati ile seyreder, futbol tekniğini beğenirdim. O stilin ardında oturmuş bir şahsiyet ve en az onun kadar değerli olmak üzere son derece dengeli ve ağırbaşlı bir din telakkisinin bulunduğunu hissetmek kendisine sempatimi daha da artırdı. Zaman'ın spor servisinden Fikri Kaya ile Necati Kola'yı, futbol magazininde seviyeyi temsil eden bu güzel röportaj için ayrıca tebrik ederim.

Bir spor yarışmasında başarılı olmak için dua etmenin spor ahlâkına ve centilmenlik ruhuna aykırı olduğunu kabul eden bu dikkate değer yaklaşımla, günlerden beri ayyuka çıkan neticede birkaç gün evvel hakkında takipsizlik kararı verilen şike dedikodularını yan yana koyunuz; aradaki kalite farkı derhal hissedilecektir. Dobrowski'nin maç için dua etmek yerine idman yapmak şeklindeki tercihi, çoğumuza ters ve yadırgatıcı gelebilir ama dua ahlâkının içinde ne için, ne zaman ve ne surette dua yapılacağını tayin edebilmek de var.Filistinli mazlum ve mağdurlar için dua etmenin şüphesiz bir müessiriyet derecesi vardır ama keşke çok daha önceleri, meselenin birinci derece muhatapları gerekli idman vazifelerini de yerine getirebilmiş olsalardı.