Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Klavyenin yazı hayatına girmesi, yazısı güzel adamın râyicini kırdı; bu bakımdan Gutenberg modernizmin pîri kabul edilse yeridir.

Matbaanın Osmanlı irfânına mühim bir gecikmeyle teşrifi, safdil Türk modernistlerinin sandığı gibi gerici softaların ve ulemâ sınıfının direnişi eseri değildir lâkin velev ki öyle olsa bile güzel yazı ile insan eli arasındaki münasebetin ömrünü uzattığı için ben bu gecikmeye teessüf edenlerden değilim.

El yazısı şahsiyetten bir nişânedir; güzel el yazısı ise rûhun tertib ve tenâsübünden bir eserdir. Matbaa hurufatı ve klavye fontu, fiziki çehresi itibariyle mekanik tarzda teşekkül ettiği için insanı arka plana iter. Kolay ve kullanışlı olmasına kolay ve kullanışlı ama güzelliği hayatın hangi safhasında kullanışlılığa tercih edebiliriz ki?

Fakültenin son sınıfına gelmiş öğrencilerin imtihan kağıtlarını okurken modernitenin kestirmeden "kötü yazı" mânâsına da geldiğini içim sızlayarak farkediyorum. El yazısı hayatımızdan ric'at ediyor; bürokratik işlemlerde el yazısını çoktan beridir yürürlükten kaldırdık. Mektup yazmıyoruz, hâtıra defteri tutmuyoruz. El yazısı okul hayatıyla mukayyed hale geldi. Belki birkaç yıl sonra okullarımızda da talebeler imtihan kağıtlarını klavye kullanarak dolduracaklar. Bugünün bilgisayarları el yazısını "makina fontu"na dönüştürecek kadar akıllandıkları gibi insan sesini de doğrudan yazıya çevirebiliyorlar; bunun anlamını farkedebiliyor muyuz: Daha az insan, daha çok teknoloji demektir bu. Mağazalarda el yapımı ürünler daha şimdiden seri üretim benzerlerinden daha pahalı fiyat bulmaya başladı. El emeği ve mârifetinin nostalji hükmüne düşmesi, batı medeniyetinin insânî hadleri nasıl gaddarca istilâ ettiğinin de belgesidir.

Hat sanatı, ilk gençliğimden beri beni büyülemiştir. Daha önceki yıllarda İslâm yazısını, aldığımız mektep kültürü icabınca "kargacık burgacık, çirkin ve kullanılamayacak kadar çetrefil" gibi kötü sıfatlarla tanımıştık ama daha sonraları bu alfabeyle yazı yazmak fikri beni o kadar heyecanlandırmıştı ki, rahmetli Faruk Kadri Timurtaş Hocamızın Osmanlı Türkçesi grameri kitabının ilk sayfalarındaki alfabe listesinden yola çıkarak bu yazıyı öğrenmeye azmettim. Tertib ettiğim ilk kelime ismimdi. Hâlâ tebessümle hatırlıyorum. Ahmed kelimesi eski yazıda elif, ha, mim ve dal olmak üzere dört harfle tertib edilir; ben bu dördün üçünü yanlış tertib etmeyi başarmıştım, yani elif yerine ayn, ha yerine güzel he ve dal yerine te! Israrlı ilgi yıllar sonra semeresini verdi artık daha kaliteli ve zor anlaşılır hatalar yapmaya muvaffak olabildim; o esnada eski yazının sanat boyutu dikkatimi cezbetmeye başladı. İlk iş olarak rahmetli Mahmud Bedreddin Yazır'ın üç ciltlik "Kalem Güzeli" isimli muhalled eserini masamın üstüne koyarak işe başladım. Hind kamışı yerine çam çırası, hat mürekkebi yerine dolmakalem mürekkebi pekâlâ aynı işi görebilirdi bana göre. Ne var ki, sert kayaya tosladığımı çabuk farkettim. Elim resme yatkın olmasına rağmen eski levhalardaki sıradan bir elifi bile çekmek imkansızdı. Ne hocam vardı ne malzemem. Neticede bu işin hocasız ve malzemesiz yürütülemeyeceğini öğrenecek kadar hat sanatıyla uğraştım, "dışarıdan" ve "beyhûde" bir gayretti bu ama bana işin tabiatını öğrettiği için çok faydasını gördüm.

Hattı seyretmek bir zevktir fakat bizzat hat sanatı ile meşgul olmanın ne derece büyük bir saadet ve lezzet olduğunu en azından hissedebilen biri olduğum için kendimi talihli sayıyorum. Bu noktadan sonra hatla seyirci veya sanatkâr sıfatıyla meşgul olmanın psikolojisini tahlil edebiliriz. Hat, resime benzemez. Resimde mevzu sonsuz denecek kadar çeşitli olduğu gibi malzeme tercihinde çok geniş imkânlar mevcuttur. Ne var ki hat sanatı, bir bakıma kısıtlılıklar dünyasıdır; kâğıdının illâ ki aharlı, mürekkebin zamk—ı arabî ile ezilmiş çıra isi ve kamışın maksada uygun cinsten olması şart olduğu gibi bu malzemeyle aranılacak figür sayısı da mahduttur. Hat, kesinlikle "konservatist" yani muhafazakâr bir sanattır ve bu işin erbabı, hattın ancak mürekkepli kamış ucunun aharlı kağıda temasıyla husûle gelen bir tertib olduğunda ısrarcıdırlar. Bu muhafazakâr kaideler hattı, ancak hoca—talebe münasebetiyle devam ettiren bir sanat haline getirir. Oysa ki günümüzün plastik sanatkârları geleneksel kaideleri çiğnemeyi ve onu deforme etmeyi teşviki kaide edinmişlerdir.

Hat, "flu" bölgelere tahammül etmez, deformasyonu kesinlikle reddeder; orada iki temel esas vardır: Mürekkebin kağıt üzerinde bıraktığı kesin, belirli siyah bölgeler ve kağıdın dokusunun sunduğu beyaz alanlar. Bütün ustalık siyah ve beyaz alanlar arasındaki denge gözetilerek her yazı üslubunda sıkı kaidelere rapt olunmuş harf karakterlerinin birbirine ahenkle bağlanmasından doğar. Bu gayretin tamamına hâkim olan kısıtlayıcılık, modern insan tabiatının hiç alışık olmadığı sert bir akademizm anlamına geldiği için hemen bütün hattatlar, her nevi zevk itibariyle klasik değerlere bağlıdırlar. Hat, kendisiyle uğraşan sanatkârdan parçalanmamış, bölünmeye uğramamış bir şahsiyet tamamiyeti talep eder. Ölçü, sabır ve temkin esastır. Bu kadar dar bir alanda yeni güzellikler inşâsına çalışmak, rûhun, o âna dek hiç zorlanmadığı yeni menfez ve boyutlarda çiçeklenmesine sebep olduğu için bu işin lezzet ve kıymetini bilenlere son derece câzib gelir. Sert kaidelere sıkı sıkıya riayetle yeni güzellikleri aramak veya daha evvel ulaşılmış güzelliklere yeniden ulaşmak (egale), modern insan tabiatının kolay kavrayabileceği inceliklerden değildir. Bizim bütün klasik sanatlarımızda aynı sert disiplin câridir.

Hayâl hânesinin genişliğine, konunun çokluğuna rağmen güzelliği yeniden inşâ etmek noktasında sert disipline râm olmak, yeterli sabır gösterildikten sonra nefsi tezkiye eder ve rûhu yüceltir. O kadar ayrı ve zengin bir meşgale ki, günümüzün modern sanatçıları bu üslûptan hakkıyla haberdar olsalar, mutlaka dünyaları değişir ve sanat va'disinde yeniden doğmuş gibi olurlardı.

Ve "güzel yazı" tâbiri ancak İslâm yazısı için kullanılsa sezâdır; lâkin haksızlık etmiş olmamak için fırça ile yazılan Çin ve Japon yazılarını da bu hesaba katmak gerekir. Latin harfleri ile güzel yazı yazmak, esasen bu harfler kompozisyon yapmaya müsait olmadığı için asla sanat derecesine ulaşamıyor; halbuki İslâm ve Uzakdoğu yazıları, belki de "yazmak" fiil ve eylemine diğer kültürlerden çok farklı bir mevki izâfe edildiği için bir güzellik objesi olarak klasik sanatların bâlâsında yer bulmuşlar ve asırlar boyunca insanlara iç âhengi kurmanın usullerini tâlim etmişlerdir.

Hayır, güzel yazı âleminin bir parçası olmak için illâ bu sanatla sanatkâr olarak iştigal etmek gerekmiyor; bu bir iç yöneliş meselesi. Seyretmek, "hat kültürü"ne sahip bulunmak, en azından baskıyla çoğaltılmış eserleri biriktirmek de kâfi. Hat sanatı, aynı musikimiz ve mimarimiz gibi beşerî devamlılığımızın medeniyet nâmına ortaya koyduğu en büyük zenginlik ve güzelliklerden biridir ve bizim diğerlerinden farklılığımızı târif eden bir şeydir. Latin alfabesi iletişim ihtiyaçlarımızın hendesî karşılığı olarak nasıl vazgeçilmez bir ihtiyaca tekabül ediyorsa, İslâm yazısı da ruhun hendesesini kağıtta âşikâr eden bir hassaya sahip bulunuyor.

Eğer şimdiye kadar hat sanatı, dikkatinizde özel bir yer tutmamışsa, karşılaşacağınız ilk hat levhasına bir de bu nazarla bakınız; onun münhanilerinde, istifinde, siyah—beyaz dengesinde ve yazının anlamla bütünleşen kompozisyonunda bir başka dünyaya açılan kapının anahtarlarını bulabilirsiniz.