Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Milliyetçiliğin, bir kişiyle ülkesi arasındaki hissî bağları tarif etmesi bakımından lüzumsuz ve çağ dışı bir eğilim teşkil ettiğini ileri sürenlerle beraber olmadım; bilakis milliyetçilik kavramının tam da bu noktada evrensel geçerliğe sahip, gerekli ve doğru bir algılama biçimi olduğuna inanıyorum.

Milliyetçilik, iki noktada berrak ve sâlim bir düşünce geliştirmemizi öğütler; ilki, millî bir devletin vatandaşı sıfatıyla, tâbiyetinde bulunduğumuz devletin varlığı, refahı, geleceği ve karşılaşması muhtemel riskler karşısında sorumluluk üstlenen bir tutum sahibi olmaktır; bu tarif, dünya üzerinde birkaç binle ifade edilebilecek Haymatloslar (vatansız, siyasi hukuk açısından herhangi bir devletin tâbiyetinde bulunmayan) hariç, herkesi ilgilendirir ve bu duruş sahibi olmaya sevk eder.

İkincisi, paylaşılan millî kimliğin (dikkat, etnisitenin değil!) kültürel unsurlarını benimsemek ve zenginleştirmek mânâsında aktif bir vaziyet alıştır. Benim anladığım mânâda müsbet milliyetçiliğin mânâsı, ikinci tarif şeklinde yatıyor; bu tür milliyetçiliğin, ilkine nisbetle daha çok enerji ve emek gerektireceği açıktır; bir kültürü sevmek, savunmak ve geliştirebilmek, sadece duygularla yürütülecek bir eylem değildir; en basitinden etraflı bir bilgi birikimi ve kültür gerektirir ve bu kültür, öteki kültürleri aşağılayıcı, kendi kültürümüzü aslı astarı olmayan âfâki sloganlarla yüceltici bir edâ taşımamalıdır. Kültür milliyetçisi, mensup olduğu kültürün diğer kültürlerle aynı derecede rekabet şansı ve hakkı olduğuna inanan bir tutumun sahibidir. Üstünlük değil, eşit rekabet ve temsil imkânı peşindedir. Mensup olduğu kültürü tanır, bilir, temel kodlarından ve kavramlarından haberdardır, yâni:

-Tarihini bilir ve bu tarihin dünya ve bölge tarihi içindeki yerini orantılamaya yetecek derecede öteki tarihlerden de haberdardır.

-Kendi dilini bilir; kendi dilinin sadece şimdiki, yaşayan ve basit iletişime müsaade eden şekliyle yetinemez, tarihî varyasyonlarını da bilir; bu dille yazılmış edebiyattan haberdardır.

-İnançlı birisi olsun veya olmasın halkının inancını, bütün kurumlarıyla ve tarihî geçmişiyle bilir.

-Beşerî bilimlerin en az bir dalında -ihtisas derecesi olmasa bile- yüksek ilgi -ve önemli, "merak"- sahibidir.

-Kültür milliyetçisi hâliyle "okuyan"; okumayı, tartışmaktan daha çok öğretici bulan adamdır.

-Okuduğu metni genel ortalama seviyesinde anlayabilecek seviyededir; mantık ve muhakemesi, şaşırtıcı sıçramalara müsaade etmeyecek tarzda disipline edilmiştir; dikkatli bir dinleyici, sabırlı ve acelesiz bir konuşmacı ama hepsinden evlâ olmak üzere titiz bir okuyucudur.

-Belki hepsini tamamlayan bir nitelik olmak üzere, kültür milliyetçisi, mensup olduğu kültüre ve kültür varlıklarına icabında "dışarıdan" bakabilmek ve yeri geldiğinde cesaretle eleştiri yapabilmek özgüvenine sahip kimsedir.


Her iki milliyetçi tipinden çevremizde ne kadar bulunduğunu zihnimizden geçirerek, "milliyetçilik" kelimesinin siyasi hayatımızda ne kadar problem doğurduğunu kolayca tesbit edebiliriz. Siyasi hisleniş mânâsında milliyetçi, sayıca en bol zümreyi teşkil ediyor; bunlar ikinci gruptakiler gibi uzun ve zahmetli yolu seçmek yerine basit ideolojik kitapçıklardaki kolay anlaşılacak sloganlarla zihnî gıdalarını temin edebiliyorlar. Ne yazık ki bu grubun eğitim seviyesi yüksek değildir ve bu yüzden onlar bu açığı siyasi eylem ve aktivitelere katılarak kapatmayı tercih ediyorlar. Örgütlenme eğilimleri yüksektir ve örgüt dayanışması onlar için hayati derecede değerli ve ikame edicidir. Ortalama özellikleri onları bağımsız fert (birey) ve lider olmaktan ziyade kitleye iltihaka (kitle ruhuna karışarak şahsi sorumluluktan sıyrılmaya) itmektedir.


Milliyetçilik, modern zamanların ve modern siyasi kavrayışın bir yan ürünü; ama bir başka yönüyle, yani insan tabiatında gizli duran tabii yönüyle mülkiyet gibi, cinsiyet gibi insanın kendi iradesini kullanarak dengelemesi gereken bir özellik. Milliyetçilik kendi başına kötü veya iyi değil; onu kavrama ve tasarruf biçimimiz, bizim ondan ne anladığımızı gösteriyor; mülkiyet gibi, cinsiyet gibi...

Bu bakımdan İslâm, kavmiyetçiliği menfi bir nitelik olarak görür ve reddeder fakat milliyetçiliği bizim nefsimizin üstüne asılmış bir imtihan vesilesi sayar; o imtihanı ne şekilde, hangi vasıf ve fonksiyonla verdiğimiz önemlidir.

Mülkiyet gibi, cinsiyet gibi...


Lâfın hangi gediğe konulacağı artık âşikâr; Türkiye'de milliyetçilik denilince anlaşılan ve hatırlanan sadece duyguyla beslenen ve insanı kitleleşmeye sevk eden milliyetçilik anlayışıdır; bu anlayışı, ikinci türe, yani kısaca kültür milliyetçiliği adını verdiğimiz kavrayışa yükseltmek gerekiyor. Yani "öteki"ni dışlamayan, kendi değerlerinden ötürü küçüklük duygusuna kapılmayan, kendini geliştirmeye itina gösteren, barışçı ve ille de demokrat bir milliyetçilik anlayışı.

Türkiye'de hissî milliyetçiliğin öncülüğünü İttihatçılık biçimlendirdi; bugün aynı çizgiyi takib etmeye gerek yoktur. Bugünün ve yarının milliyetçiliği kesinlikle -yukarda sıraladığımız niteliklerine ilaveten- hukuk devletine inanan, hukukun üstünlüğünü ve temel insan haklarını savunan, devlet fikrini, toplumun ve "ferd"in en geniş mânâda anlayış gördüğü bir çerçeveye oturtabilen, farklılıklara saygılı ve bu mânâda laik, ezcümle "demokrat" bir milliyetçilik olmalıdır. Milliyetçilik bahsinde sözü dinlenen kişi ve kurumlar, sözlerini ciddiye alan gençlere "önce kültürlü, sonra demokrat ve nihayet milliyetçi hassasiyetlere sahip birer genç" olmaları gerektiğini söylemelidirler. Bu sorumluluktan artık kaçınamazlar.

Milliyetçilik Türkiye'de artık "lümpen" tedailerini kirli bir gömlek gibi sıyırıp çıkarmalıdır. Türkiye kendi köylülüğünü, lümpenliğini tasfiye ederken, gençlerine doğru rol modeller sunmayı başarmalıdır.

Felaketlerle, yenilgilerle öğrenmek en pahalı ve acı öğrenme biçimidir çünkü.