Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kabul etmeliyiz ki kehanetlerle tarih felsefesi yapmaya çalışanlar, üstü örtülü olarak toplumu İslâm'ın asla hoşgörmediği ve kınadığı bir atâlete, son derece vahim bir kadercilik çizgisine sürüklemiş oluyorlar.

Bir ahbabın dükkânına oturmuş dertleşiyoruz; mevzu mâlum, Irak meselesi. Amerika'nın gerçek niyeti nedir, İsrail bu işin neresinde duruyor, sonrası ne olacak gibi şeyler... Yüksek tahsil yapmış, iş sahibi genç bir arkadaş diyor ki,

—Bu iş Fırat'ın altınları ile doğrudan ilgili. Amerikalılar uydu fotoğraflarıyla tesbit etmişler, Fırat'ın yatağı içinde uzaydan bile görülebilen müthiş altın yatakları varmış...

Ayıp olmasın diye araya lâf katıp konuyu değiştirmeye çalışıyoruz ama arkadaş ısrarlı,

—Resulullah'ın hadis—i şerifiyle de sâbit, kaynağını gösterebilirim...

—...?

Fırat'ın altınları

İki gün sonra elektronik posta kutusuna bakarken dikkat çekici bir başlık görüyorum "Fırat altınları". "Bizim arkadaşın mâlumat kaynağı belli oldu" diye düşünüp mektubu kopyaladıktan sonra okumaya başlıyorum. Birbiriyle bağlantılı olduğu imâ edilen iki hadis metni var mektupta; ilk hadis şöyle: "Fırat Nehri altın bir dağ üzerinden açılmadıkça kıyamet kopmaz. Onun üzerine insanlar savaşırlar. Yüz kişiden doksandokuzu öldürülür. Onlardan her biri: 'Herhalde savaşı ben kazanacağım' der." Hemen altında kaynak da zikredilmiş: Kütüb—i Sitte Cilt: 14, Nu: 5040. Öteki hadis ise şöyle: "Fırat (nehrinin suyu çekilerek) kıymetli altın hazînesini açıklaması zamânı yaklaşıyor. Her kim o zaman orada bulunursa, ondan bir şey alma(ya uğraşma)sın! (Çünkü ihtiyar dünyânın ömrü sona ermiş bulunacaktır)".

Mektubun devamında uydu fotoğraflarından bahsedildikten sonra "Arap Forum adlı internet sitesinin, ismini gizli tuttuğu bir Arap maliye bakanına dayandırarak verdiği haber.." gibi kaynaklar mehaz gösterilerek efsânenin ne kadar "sahici" olduğu ileri sürülüyor. Mektup metninin, bu gibi bulanık malumatı teyid edecek kaynaklardan mahrum okuyucu kitlesini ikna edecek ustaca taktik ve tertiplerle düzenlendiği açık. "Peki ya hadisler?" denilirse bir başka fasla geçmek icab ediyor. Hadis usulünün en çok itibar edilen kriterlerine göre "kehânet" niteliğindeki hadislerin zayıf olma ihtimâli son derece yüksektir zira İslâm akaidine göre "Gayb bilgisi" ancak Allah katındadır. Ne var ki hadis mecmualarında kehânet niteliğinde, gelecekten haber veren ve hadis metodolojisi itibariyle Efendimiz'in ağzından çıkması imkânsız denilebilecek karatta hayli rivayet yer almaktadır ve bu mesele dinin en tartışmalı alanlarından biridir. Nitekim yukarıda zikredilen ilk hadis, sahih sünnet külliyatı içinde yer alıyor! Ne yapacağız?

Bir de Şeyh Ahmed'in vasiyetnamesi var

Bu gibi rivayet ve söylentilerin yaygınlaşma dönemlerine dikkat etmek gerekiyor. Özellikle İslâm dünyasının zaafa uğradığı, siyasi başarısızlıkların, askeri mağlubiyetlerin ard arda sökün ettiği zamanlarda Müslümanların hâl—i pür—melâlini izah eden, bir adım sonrası için onlara ümit vaadeden ama nihai tahlilde bunca musibetin İslâm'a sıdk ile bağlanmamaktan doğduğunu ileri süren söylentiler bunlar. Bu noktada sizlere "Şeyh Ahmed'in Vasiyetnâmesi" efsânesini de nakletmem gerekiyor, zira şu günlerde bu söylenti de internette dolaşmaya başladı. Yakın zaman içinde bu vasiyetnameden bahseden iki elektronik mektubu posta kutumda gördüm ve sildim.

Taş baskıyla yapılmış bir nümunesini rahmetli halamın kitap sandığında gördüğüm bu küçük risâle, 1. Dünya Harbi yıllarında Anadolu'da çok tanınmış ve elden ele gezmişti. Bu risâlede özetle Medine'de Efendimiz'in Ravza—i Mutahharası'nda türbedâr olan Şeyh Ahmet isimli birinin rüyâsı anlatılmaktadır. Şeyh Ahmet rüyasında Efendimiz'i görür. Efendimiz, Şeyh Ahmed'e evvelâ ümmetin içinde bulunduğu sefil durumun sebeplerini izah eder ve neticeten bu felâketlerin İslâm'a layıkınca riayet olunmamasından doğduğunu söyleyerek kendisine öğreteceği duanın hangi miktarda okunması gerektiğini tâlim eder. (Bu konuda Y. Ziyaeddin Ersal'ın "Şeyh Ahmed'in Vasiyetnâmesi ve Tenkidi" ismiyle yayınladığı ilmi bir çalışmasının bulunduğunu da belirtelim).

Kehanet gayreti öldürür

Eski veya yeni olsun, bütün bu söylentiler, rivâyetler veya efsâneler bir noktada toplum psikolojisinden doğan sahici bir ihtiyaca cevap veriyorlar. Günümüz açısından bu rivayetlerin önemi, ilkiyle sonuncusu arasında bir asır geçmesine rağmen bu gibi tepkilerin hâlâ aynı biçimiyle yaşıyor olmasıdır. İslâm dünyası, dışarıdan kendi uzviyetine yönelen silahlı tehdid ve saldırılara karşı misliyle mukabelede bulunamamış olmanın ızdırabını, bir yerde hâlâ mâziye dönerek, bir yerde tarihi hâtıralar üzerine kıvrılarak yansıtmaya çalışılmaktadır. Peşinen belirtmeliyiz ki bu gibi rivâyetlerin buhran dönemlerinde dolaşıma girmesi ile bu rivâyetlerin gerçeklik derecesini soruşturmak birbirinden ayrı şeylerdir. Kehânetlere inanmak ve her şaşırtıcı hadiseyi, daha önce yapılmış bir kehânete bağlamak eğilimi, sadece İslâm dünyasına mahsus bir davranış kalıbı değil. Nostradamus isimli kâhinin kehânetlerini ihtiva eden eser, batı dünyasında hâlâ itibar gören, basılan, satılan bir kitaptır. Batı dünyasında, özellikle ABD'de, kıyamete doğru yaklaştıkça sıradışı olayların yaşanacağına inanan, bu olayların belirtilerini dikkatle takib ederek kendi inancına göre kıyamet öncesine hazırlık yapan inanç gruplarının sayısı hiç de küçümsenemez. Gazetedeki gündelik falını okumadan dışarı adım atmayan, önemli kararlarında astroloğuna veya medyumuna danışan, burçlara ve fala ciddi surette inandığı için bu gibi şeyleri hayatının mühim bir parçası haline getiren insanlar da netice itibariyle Fırat'ın Altınları veya Şeyh Ahmed'in Vasiyetnâmesi gibi söylentileri dolaşıma sokanlardan farklı bir şey yapmış olmuyorlar. Bir davranış kalıbının çokluğu veya yaygınlığı, onun isâbetine delâlet etmez; başkalarına dayatılmadıkça veya bir toplumun mâneviyatını, direncini kıracak noktalara kadar abartılmadıkça herkes neye inanacağını seçmekte elbette serbesttir.

Ama kabul etmeliyiz ki kehanetlerle tarih felsefesi yapmaya çalışanlar, üstü örtülü olarak toplumu İslâm'ın asla hoşgörmediği ve kınadığı bir atâlete, son derece vahim bir kadercilik çizgisine sürüklemiş oluyorlar.

Aklinizda bulunsun:

Okunasi bır eser, öpülesı bır el

Ülkemizin yüzakı sosyal bilimcilerinden Prof. Dr. Nur Vergin'in ismini duymuş olmalısınız elbette ama yüzünü hatırlayabilen pek çıkmaz; zira Nur Hoca'mız, şu günlerde pek çok numûnesini ibretle gördüğünüz üzere kanal kanal dolaşıp "Medya maydanozluğu"na tevessül edenler takımından değildir. Şu anda onun, "Siyasetin Sosyolojisi, Kavramlar, Tanımlar, Yaklaşımlar" isimli yeni kitabını incelerken, hayli zamandır niçin ortalıkta görünmediğini de anlıyorum. Haliyle çalışanların pek de ortalıkta arz—ı endam etmesine, gürültü çıkarmasına mahal kalmıyor.

Bu kitap, gündelik siyaseti takib eden herkesin rahatça okuyup anlayabileceği seviyede bir çalışma; "seviye" kelimesini müsbet mânâsıyla vurguluyorum zira son zamanlarda "anlaşılır olmak" yüksek bir meziyet haline geldi. Bir ders kitabı olarak kaleme alınmasına rağmen "Siyasetin Sosyolojisi", siyasetle ilgili herkese hitab eden, temel mesele ve kavramlar hakkında etraflı bilgi sunan bir elkitabı değerini taşıyor. Sevgili Nur Vergin Hocamızın ellerine sağlık ve böyle çalışkan ve hayırlı elleri, bin kilometre uzaktan olsa bile öpmek bir vazife.

Bilgi için: Bağlam Yayıncılık,

web: www. baglam.com, E—mail: baglam@ baglam.com