Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Fesübhanallah, bu demden sonra hangi kitabın nasıl okunması gerektiği hakkında birinin delâleti olmadan işin zevkine varamayacak mıyız?' diye homurdanıyorsanız size hak veririm; ne yazık ki, bundan tam bir asır önce, 30 yaşlarında genç bir Osmanlı zabitinin etrafında olup bitenler hakkında kaleme aldığı notlar, derkenârına izah edici bilgiler ilâve edilmedikçe kolay anlaşılabilir olmaktan uzaktır.

Sebebi açık; ne derece inkılâb sıfatını hak ettiği tartışılsa bile vaktiyle hatırı sayılır ölçüde kültür şokuna uğradığımız âşikârdır; bu hengâmede önce alfabeyi, sonra bu alfabe ile yazılıp okunan kelimeleri, kelimelerin izah ettiği kavramları ve daha sonra o kavramlar olmadan anlaşılamayacak hadiselerin tahkiye tarzını ve yorum biçimlerini değiştirmek için hayli uğraştık. Ne derece başarılı olduğumuz halimizden görünür. İsterseniz bir örnek verelim ki taşlar yerine yerine otursun. Erkânıharp Kolağası Enver Bey defterine şöyle yazmış, beraber okuyalım: "Bu hain herif, istese, bir anda her şeyi yapar; memleketi bahtiyar eder; etrafındaki alçakları dağıtır; hem memleket, millet bahtiyar olur, hem kendisi diyordum. Fakat bu adamın senelerden beri kan içmeye alışmış olduğunu ve insanın itiyadından vazgeçemeyeceğini düşündükçe, şahsına karşı fevkalade bir adavet (hissediyor) ve herhalde bunun vücudunun ortadan kalkmasının en selim bir çare olacağını düşünüyordum." (s.13)

Bu satırlarda tasvir edilen kişi, devrin padişahı II. Abdülhamid'dir. Tam da iletişim uzmanlarının, "bir haberin aslında ne olduğu değil, nasıl anlaşıldığı önemlidir" esprisine uygun zulüm karikatürü ile karşı karşıyayız.

Okuyucuya hatırlatalım; Enver Bey, bu satırları kaleme aldığında muhtemelen 29-30 yaşlarında bir kurmay subaydır; ilkokuldan sonra ömrü askeri okullarda geçmiş, aile çevresinde askerliği ona en ideal meslek gibi takdim eden yakın akrabadan zabitlerin telkinleriyle büyümüştür. Tabiat itibariyle içine kapalı, yalnızlıktan tedirgin olmayan, mahcub bir gençtir. Bu delikanlı 21 yaşında Rumeli'nde görevlendirilen 3. Ordu birliklerinden birinin başına geçerek, muhtelif fasılalarla ama 6 sene boyunca eşkıya takibi ile uğraşıp durmuş, bizzat kendisi tarafından yönetilen 54 çatışmaya bilfiil katılmıştır. Onun karşılaştığı problemleri nasıl çözdüğü, nasıl bir mantık kullandığına dair samimi itiraf örneklerine hatıratının sayfaları arasında bolca tesadüf ediyoruz. Bir eşkıya çetesi ile karşılaştığında evvela arazi durumunu incelemekte, kuvvetlerini düşmanı çembere alacak, kaçış yollarını örtecek şekilde yerleştirmekte, en kısa yoldan etkili bir hücumla düşmanın kalbine doğru cesurca saldırıp riske girmekte, işini behemahal gündüz gözüyle tamamlanacak şekilde planlamakta ve başarıya ulaşmaktadır. Enver Bey, Meşrutiyet'i de aynı tâbiye (strateji) ile ilan ettirecektir: "Gündüz gözüyle düşmanın kalbgâhına doğru cür'etkâr ve sert bir darbe indirerek!.."

Bilmek ve anlamak

Bugünün gençleri, Enver Paşa'nın Hatıralarını okuduklarında onu kelimenin tam mânâsıyla pek saf, âdeta çocukça bir mâsumiyeti ölene kadar sırtında taşımış sâdedil bir insan olarak tanıyacak, bu hâtıratı kaleme aldıktan sonra Osmanlı Orduları'nın tartışmasız başkumandanı ve iktidar partisinin en etkili politikacılarından biri olmak sıfatıyla bilerek veya bilmeyerek devleti hangi trajedilere sürüklediğini anlamakta zorlanacaklardır. Hâtıra kitapları işte tam da bu noktada devreye girerler; onlar bilgilenmekten ziyade olup biteni anlamaya yarayan şahitliklerdir. Bilgi kaynağı olarak hâtıratlara güvenmemekte metodik bir mazeretimiz vardır ama sahibinin elinden çıkmış en ard niyetli hâtırada bile, meseleyi "anlamaya" yönelik çok değerli ipuçları ile başbaşa kalıveririz. Sonrası okuyucunun teçhizatına kalmış bir keyfiyet; teçhizat, bu yazının ilk paragraflarında izah etmeye çalışılan şeydir; yani bir asırda eskiyiveren kelimeler, kavramlar, anlamlar, tahkiye biçimi ve hikâyenin bizzat kendisi...

İkinci neşirler niçin gerekli?

"Enver Paşa'nın Anıları 1881-1908", Türkiye İş Bankası Yayınları arasında "yeniden" neşredildi. Halil Erdoğan Cengiz tarafından yapılan bu neşir, halen Enver Paşa'nın torunu Osman Mayatepek'in elinde bulunan iki küçük defterin, ilmi standartlara uygun tarzda yeni harflere çevrildikten sonra lüzumlu notlarla zenginleştirilmiş halidir. Halil Erdoğan Cengiz'in kitaba yazdığı önsöz, "okunmazsa olmaz" cinsinden bir revak (giriş) niteliğini taşıyor. Hatıraların ikinci kere yayınlanması esprisi ise, bu iki defterin vaktiyle rahmetli Şevket Süreyya Aydemir'in, "Makedonya'dan Ortaasya'ya Enver Paşa" adlı ünlü eserinde geniş çapta kullanılmış olmasından kaynaklanıyor; yani Enver Paşa'nın hatıraları aslında meraklı okuyucular için sürpriz teşkil etmiyor, ancak "istifade" veya geniş atıflar yoluyla okuyucunun malumu haline gelen bu gibi eserlerin ciddi ve titiz baskılarla yeniden yayınlanması kaçınılmaz bir gerekliliktir. İşte Halil Erdoğan Cengiz de bu görevi yerine getirmiş bulunuyor; titiz ve ciddi çalışması için kendisine teşekkür borçluyuz; zira yakın döneme dair hâtıra kitaplarının pek çoğunda bâriz bir "ikinci ama ciddi ve ilmi neşir" zarureti, erbâbı nazarında kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.

Enver ve Mustafa Kemal Bey

"Bana ne Enver Paşa'dan; o da kim?" deyip geçecek okuyucular için küçük ve nihai bir hatırlatmada bulunarak hatm-i kelâm ediyoruz. Enver Paşa, eğer talihi yâver gitmiş olsaydı bugün "Türkiye'nin bânisi" başlığının hemen üstünde büyük boy fotoğraflarına âşinâ olacağınız kişidir. Mustafa Kemal Paşa'nın hayat hikâyesi ve özellikle siyasi kariyeri ise "Enver Paşa figürü" yerli yerine konulmadıkça anlaşılamaz. Enver ve Mustafa Kemal beyler, XX. yüzyılın ilk çeyreğinde Osmanlı Ordusu'nun saflarından yetişmiş en mümtaz ve karizmatik iki çehredir; ne var ki ilkinin talihi pörsüdükçe ikincisinin yıldızı parlayacaktır.

Ve son not: Enver Paşa'nın hâtıralarında -ki kitapta anlatılanlar Enver Bey'in çocukluğundan başlayıp II. Meşrutiyet'in ilân edildiği günlerde sona ermektedir; keşke devâmını da yazabilmiş olsaydı!- Mustafa Kemal Bey'in ismi, sadece bir yerde geçiyor (s. 73).