Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Televizyondan veya radyodan bazı adamların sesini duymak bile bende bir hakarete uğramışlık hissi yaratıyor; isim vermek yakışık almaz: Televizyonlarda haddinden fazla boy gösteren şarkıcı, türkücü, program yapımcısı, spiker; magazin programlarında sesine ve yüzüne katlanmak zorunda kaldığımız insanlar, bazı yorumcular, gazeteciler, sosyologlar, uzmanlar, şunlar bunlar...

Mantığım şöyle çalışıyor; kendi evimde duymak istemediğim sesleri, görmek istemediğim görüntüleri reddetme hakkına sahibim; onlar, sesleriyle ve görüntüleriyle bile bu eve misafir olamazlar! Âmiyâne tabirle "illet" olduğumuz tiplerdir bunlar; vaktiyle şu veya bu şekilde varlıklarından haberdar olduğumuz günü hatırlamak istemeyeceğimiz kişiler. Böyleleriyle muhatap olacağıma oturur beşinci sınıf siyah-beyaz Yeşilçam filmi seyrederim daha iyi diye düşünürüm.

Anlatmak istediğim şey, sizlere "nefret edilecek kişiler" listesi imâ etmek değil, hakarete uğramışlık hissinin nasıl bir şey olduğunu izah edebilmek. Derler ya, "akrabalarınızı seçmek elinizde değildir ama arkadaşlarınızı seçebilirsiniz", öyle bir şey.

Liderler kusura bakmasınlar; seçim yaklaştıkça miting meydanlarında kalabalığı heyecana getirip hareketlendirmek için, çok bilmiş siyasi danışmanların öğütlediği replik ve mizansenler de bende hakarete uğramışlık hissi uyandırmaya başladı. Meselâ son günlerde sıkça tekrarlanan şu "erkeklik" kavramı üzerinde duralım. Miting kürsülerinden erkeklik gösterisi yapmanın "halkımız" üzerinde olumlu bir tesir yapacağı tahmini bile beni çileden çıkarıyor çünkü ardında "Anadolu halkı merttir, yiğittir, erkekliğine toz kondurmaz" düşüncesi yatmakta. Bu fikir, resmen danışman mâmulâtı oryantalist bir bakışın ürünü gibime geliyor. Sanki miting meydanını dolduranlar, hangi liderin daha erkek olduğunu test etmeye gelmiş imtihan heyeti. 60 ayın 59'unda siyasetin erkeklikten çok akıl ve hesap olduğunu kabul edenlerin seçime bir ay kala erkeklik edebiyatına kalkışmasını, seçmeni küçümsemek diye algılıyorum; yanlış mıyım?

"Sen vaktiyle filancayı asmadın?", "Peki bunca zamandır iktidarsın, sen niye asmadın; paran yoksa al sana yağlı urgan, hediyemiz olsun" diyaloğu da, "mazot bir lira olacak, hamilelik üç aya indirilecek" cinsinden bir hafiflik, bir halkı küçümseme nümûnesi. "Yok daha neler" demeye kalmıyor, ertesi gün bakıyoruz ki "yağlı ip" motifi bütün gazete haberlerinde baş köşede.

Danışmanlar memnun olmalı, "ben demiştim başkanım; bu halk soyut düşünmeyi bilmez, ille de gözle görülür nesneler kullanmak lâzım; işte bakın fevkalâde netice aldık!"

Bravo; al sana bir sıkımlık diş macunu; istersen hemen kullan, istersen cebine koy bayram sabahına sakla diyesi geliyor insanın!

Tamam, miting meydanlarında dişe dokunur şey söylemek yerine, basit ve heyecan dozu yüksek, hatırda kalması kolay sözlerle liderler halkı küçümsüyorlar; peki, muhterem halkımız da küçümsendiğini düşünüyor mu acaba?

Bilmiyorum; muhterem halkımızın bu gibi basit ve heyecan verici lâfları alkışlamasını ölçü sayarsanız başka sonuçlara ulaşabilirsiniz. Bana göre halkımız mitinglere siyasi katılım maksadından ziyade eğlenmek, dedikodu malzemesi derlemek için gidiyor daha ziyade. Pahalı mağazaları alıcı değil de "görücü" sıfatıyla gezinenlere benziyorlar daha çok. Bizim gibi okur-yazar takımının öyle kolayca nüfûz edemediği bir pragmatizm anlayışları var. O yüzden miting konuşmalarının, il il dolaşarak "halkımıza hitab edeceğim" diye helâk olmanın daha şimdiden modası geçmiş bir propaganda tekniği haline geldiğini söyleyebilirim.

Galiba halkımız bugünlerde hiç eğlenmediği kadar eğleniyor; başka izahı yok!