Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

II. Abdülhamid"in torunu Ertuğrul Osman, ancak 93 yaşında alabildiği Türk pasaportuyla Türkiye"ye gelmiş. Hanedan mensuplarıyla ilgili resmi ve sert politikanın yumuşaması için ne kadar zaman kaybedildi dersiniz?

Neredeyse seksen sene boyunca Osmanlı hanedanının artakalan üyelerini potansiyel bir rejim düşmanı gibi görmek Baasçı yönetimlere mahsus bir tedirginlikti.

Resmi görüş taraftarları bu tezi gülünç, belki de kışkırtıcı bulsa da Osmanlıların, Türklerin milletleşme vetiresine mânidar katkılar yaptıkları âşikârdır; Saltanat ve hilâfetten laik Cumhuriyet"e sancısız geçebilmemizde Osmanlı modernleşme tarihinin hissesi büyüktür. Devletin temel kurumları daha bir asır öncesinden batılı örneklere doğru dönüşmeye başlamıştı. İmparatorluğun en buhranlı günleri olması lâzım gelen Mütâreke döneminde bile siyasi partileri, muhalefeti, parlamentosu, serbest basın hayatı, üniversitesi, sendika ve meslek kuruluşları ile batılı emsâllerini andıran bir siyâsi altyapı mevcuttu. Son padişah Mehmed Vahidettin"in ise 1982 Anayasası ile görevleri tarif edilen cumhurbaşkanlarından daha muktedir olduğunu gösteren tarihi ve hukuki deliller bulmak imkânsızdır.

Osmanlı hânedan hukukunun, Osmanoğulları dışında hânedan ailelerinin verâset yoluyla ayakta kalmasına müsamaha etmeyişi de hayli dikkat çekici bir nokta. 19. yüzyıl başlarında âyân ailelerinin devlet bünyesinde güç kazanmaya başlamaları pek çabuk engellenebilmişti. Böylece hânedan dışında kalanlar, siyasi hukuk itibariyle birbirine oldukça denk bir çoğunluk oluşturdular. Kuruluş ve Fetret zamanlarının heyulâsı, saltanatın aristokratik kabile yapıları arasında zaafa uğramasıydı; nitekim büyük Türkmen kabilelerini iktidar yarışının dışında bırakan bu uygulama, aristokratik aidiyetleri olmayan sıradan ama nitelikli reâya çocuklarının devşirilip yüksek vasıflı kamu görevlileri olarak yetiştirilmeleriyle dengelenmiştir. Cumhuriyet"in ilânıyla beraber hanedan mensuplarının yurtdışına çıkarılmaları, o günün şartları içinde siyasi bir gereklilikti. Osmânlı hânedanının yeni Türkiye vatandaşlığından çıkarılmalarıyla geride kalan bütün nüfus neredeyse tarağın dişleri gibi birbirine denk bir politik topluluk oluşturuyordu. Bu noktadan hareketle Lousanne Anlaşması"nın çizdiği sınırlar dahilinde kalan nüfusun milletleşmesi, yani "imtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir kitle" idealine yaklaşması nisbeten kolay olmuştur.

Osmanoğulları"ndan gayrı "asîl zümre"si olmayan bir topluluk olmak, milletin demokrasi ideallerini kolayca benimsemesine tesir etti. Tek parti dönemini siyasi ve sosyal zaruretler sebebiyle hoşgörülebilir bir parantez kabul etsek bile 27 Mayıs Darbesi, halkın demokrasi sevgisini doğduğu yerde bastırmaya çalışan ve siyasi iktidarı zümre inhisarına almaya niyetlenen tesirleriyle modern bir fetret dönemi olarak adlandırılsa yeridir. Öyle ki 61 Anayasası ile yeniden şekillenen siyasi dengeler içinde, Milli Birlik Komitesi üyelerine,"ömür boyu" kaydıyla "tabii aza" statüsü veren bir seçkinler kamarası bile ihdâs edilmişti. Bizde iktidar seçkinlerinin oligarşiye âşık olmalarına mukabil yoksul kitlelerin demokrasiden yana tavır almaları, bu bakış açısından çelişki gibi görünür. 61 Anayasası"nın Cumhuriyet Senatosu, seçmen eğilimlerinin öngörülemezliği karşısında devletin üst katlarına mukavim bir baraj inşa etmek arzusundan kaynaklanmıştı; kezâ 1924 Anayasası"nda mevcut olmayan Anayasa Mahkemesi"nin ihdâsı da -hukuki gereklerden ziyade- siyasi gerekçelerle izahını bulan bir yeniliktir. Bunca keskin Atatürkçü zevâtın, Atatürk"ün kendi elleriyle yaptığı anayasada bir anayasa mahkemesine niçin yer vermediğini merak etmemeleri garip değil midir meselâ?