Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

27 Kasım günü posta kutuma şu mektup düştü, konu artık aleniyet kazandığı için aynen aktarıyorum: "Ahmet Turan bey iyi günler. Üzerinde uzun tartışmalardan sonra mutabık kalınan aşağıdaki metin ile alışılagelmiş imza kampanyalarından farklı bir yol izlenecek.

Hedef, internet üzerinden en az bir yıl boyunca mümkün olduğu kadar fazla Türk'ün katılımını sağlamak. Basına açıklamadan ve internet sitesini çalıştırmaya başlatmadan önce kanaat önderlerinden oluşacak, geniş bir yelpazede aşağı yukarı 100 kişilik ilk imzacının kampanyayı güçlendireceğini düşündük. Olumlu veya olumsuz cevabınızı bekleriz. [İmza sahipleri] Ahmet İnsel, Ali Bayramoğlu, Baskın Oran, Cengiz Aktar"

Mektubun altında, artık herkesin ezberlediği o mâlum iki cümle yer alıyordu; birkaç dakika sonra şu cevabı verdim: "Hazırladığınız metni, son yan cümlesi, yani (onlardan özür dilenmesini istiyorum) ibaresi hariç sahiplenmeye ve imzalamaya hazırım; Bu itirazımın dikkate alımasını diliyorum; zannediyorum bu şekliyle daha çok katılım imkanı sağlanabilecektir. Hepinize selam ve sevgiler gönderiyorum."

Hepsi bu kadar... Beş-on gün sonra mesele dallanıp budaklandı; atla arpayı dövüştürmek için bahâne arayan gazeteci takımı tartışmayı gerilime çevirmeyi başardı; "özür dilerim, dilemem" sataşmaları hâlâ sürüp gidiyor.

Soğukkanlı olalım; meseleyi bir irade beyanı olarak kabul edersek, bildiriyi imzalamazsınız olur biter; birileri de imzalar ve kendi adına irade beyanında bulunur. Her iki davranış biçimi de haktır ve ayıplanamaz. Ayıp olan konuyu kötüye kullanmak, karşılıklı linç kampanyalarını körüklemek ve esasen anladığı veya anlamadığı her şey hakkında sonsuza kadar tartışmaya hazır internet ve televizyon cemaatini tahrik ederek toplumsal entropiye sebebiyet vermektir.

Bunu başardık; havanda su dövme mühendislerini tebrik etmeliyiz. Hiç şüpheniz olmasın ki, uygun bir zaman aralığından sonra biz aynı meseleyi yine aynı şehvet ve iştiha ile yeniden yeniden tartışırız. İşte bunu kabullenemiyorum: Biz tartışma yoluyla fikir alışverişinde bulunmayı murad etmiyoruz; kendimizin ne kadar haklı, muhatabımızın ise fâsık ve bozuk düşündüğünü isbata çalışıyoruz. Bu arada konunun ne idüğü hiç farketmiyor; Ermeni meselesi veya 367 kişilik yeterli oy sayısı... İddia ederim ki bizim tartışma mühendisleri, gerekirse termodinamik kanunları hakkında bile sokak kavgası çıkarabilirler.

A benim efendim, mesele, hakikaten isabetli bir tâbirle o "büyük felâket" hakkında Türk kamuoyunda sahici bir empati hissi inşâsı idiyse bunu suhûletle yapabilirdiniz, daha geniş destek de bulurdunuz, üstelik rahmetli annemin tâbiriyle bu kadar adam "buluta karşı protesto eylemi" yapıyor durumuna da gelmezdi. Anlaşıldı ki, böyle olsun istemediniz. Siz empati veya derin anlayış filan değil, düpedüz -afbuyrunuz- "hır" çıkarmak istiyordunuz anlaşılan...

Buyrunuz, tartışınız, hatta "Barika-i hakikat, müsâdeme-i efkârdan doğar" filan diye kendinizi teselli de ediniz; ben bu ikramı reddediyorum ve olup bitenleri kınıyorum; bu da bir irade beyanıdır; niyeti pek salih olmayan kavga mühendisleri ile neyi, niçin tartıştığını bilmeyecek derecede kavgaya inhimâk derecesinde meclûb (haydi sözlük başına bakalım!) kavga erbâbını -işte buyrunuz bizzat- evire çevire kınıyorum.

CHP'li hanım vekili kınamıyorum, çünkü bunu bile hak etmiyor fakat Sayın Cumhurbaşkanımızı, bu hanımın abuklamalarını hırsa gelip lüzumundan fazla ciddiye alarak bir liralık tazminat davası açtığı için eleştiriyorum. Dava ikamesi lüzumsuzdur fakat tazminat miktarı olarak 1 YTL bile fâhiş bir miktardır, bence ceza olarak Meclis'in temizlik hizmetlerinde 1 yıl boyunca istihdam edilmesi taleb edilse daha muvafık olurdu!

Velev ki Cumhurbaşkanı'nın atalarından birisi Ermeni olsaydı ne olurdu meselesi ayrı fasıldır ki onu konuşacağız inşallah!