Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Soğuk savaş yıllarında Ermenistan, diğer bağlı Sovyet Cumhuriyetleri gibi Rusya’nın coğrafi bölgelerinden birinin adı gibi algılanırdı; kimse Ermenistan’a, Gürcistan’a veya Azerbaycan’a bağımsız bir devlet gibi bakmazdı. Yanı başımızdaki Ermenistan’la o günlerde de hudut komşusuyduk fakat bu lâfta kalan bir münasebetti. Sovyet Paktı’nın dağılmasından sonra Ermenistan bağımsızlığını kazandıysa da bölgede güçlü bir aktör gibi görünmedi. Kuzey Kafkasya’daki diğer ülkeler gibi piyasa ekonomisinin cazibesiyle iktisadi ve siyasi altyapının yetersizliği arasında sıkışıp kaldı, bunaldı.

Geçen haftadan beridir doğu sınırımızda artık fiilen Ermenistan diye bir devlet var. Şüphesiz daha önce de vardı ama Karabağ’ın işgali, sınır ambargoları gibi sevimsiz sebepler yüzünden Ermenistan’a biz dâhil kimse, ciddi bir uluslararası figür olarak bakmadı. Fakat şimdi durum değişmiş bulunuyor. İsviçre’de iki ülkenin dışişleri bakanlarına ilâveten ABD, Rusya, Fransa ve AB’nin en yüksek derecede temsil edildiği anlaşma, küçük krize rağmen tatlıya bağlandı ve imzalandı. Şimdi anlaşmanın iki ülke parlamentosu tarafından onaylanması söz konusu. Her iki parlamentoda da anlaşmanın, hayli tartışmalı ve heyecanlı oturumlara yol açağı tahmin edilse de kabulü kimse için sürpriz olmayacak.

STATÜKO GÜZELLEMESİNE GEREK YOK!

Duruma bir başka farklı pencereden bakarsak şöyle söyleyebiliriz: Artık galiba etrafımızda ‘düşman komşu’ kalmadı. Yeni durumun millî psikolojimize nasıl yansıyacağını dikkatle izleyeceğiz: Acaba bu hâl bizi rehâvete sürükleyip pembe rüyalar görmemize mi sebep olacak, yoksa tez elden toparlanıp yeni düşman ve yeni düşmanlıklar icat etmek için bir şeyler mi yapacağız? Şakası bile kötü!

Ermenistan’la aramızdaki gerginliği ortadan kaldırması beklenen anlaşma, sadece her iki ülkenin parlamentosunda güçlü bir aleyhtarlar korosu tarafından protesto edilmiyor, ‘millî hassasiyet noktası’nda herkesten biraz daha alıngan ve dikkatli olduğunu ileri süren çevreler de anlaşmaya karşı çıkarak her iki taraftan bir ‘statüko güzellemesi’ kaleme alıyorlar. Pek çok benzerliklerine ilaveten her iki tarafın radikal muhalifleri, anlaşmanın ‘dış güçler’in baskısıyla gündeme geldiğini, dolayısıyla daha başından itibaren değersizleştiğini ve samimiyetten uzak düştüğünü ileri sürüyorlar. Bu iddia incelenmeğe değer niteliktedir; biraz üzerinde duralım.

ŞU MÂHUT ‘DIŞ GÜÇLER’ KAVRAMI NEDİR?

Etrafındaki ülkelere siyaset telkin etmek mânâsında ‘dış güçler’, yazılı tarihin ilk asırlarından beri mevcut: Mısır, Hitit, Asur ve Pers krallıkları gibi güçlü organizasyonlar kendi zamanlarına göre ‘dış güç’ idiler ve bölgeye bir şekl-i nizam vermek için müdahale etmekten çekinmediler. Daha sonra gelen Roma İmparatorluğu, antik dünyanın ilk süper gücü oldu ve kendi siyasetini ve standartlarını hâkim kıldı. Bizans, Osmanlı, İspanya, Avusturya-Macaristan, Fransa, İngiltere ve Almanya ve çok sonradan Rusya ve ABD gibi ülkeler de öyleydiler. Dünya siyaseti daima irili ufaklı aktörlerin hareketine sahne oldu; ufaklar, irilerin etkisinde kaldı. Denk kuvvetlerin boy ölçüşmesi ise genellikle çatışmayla sona erdi. Doğrusu uluslararası siyaset, uzaktan bakıldığında hiç de iyi biten bir hikâye veya süreç sayılmaz; orada genellikle güçlüler kazanır ve küçük aktörler büyümek için kendi cirmindeki aktörlerle kapışıp dururlar.

Dış güçlerden yakınanlar bu süreci tersine çevirmek mi istiyorlar; keşke mümkün olabilseydi ve keşke dünya üzerinde her devlet, daha iri güçlerin baskı ve yönlendirmesine mâruz kalmadan kendi yolunu tayin edebilseydi! Unutulmasın ki her orta boy devletin hülyâsı -aynen bizde olduğu gibi- günün birinde büyük güç, yani ‘dış güç’ olmaktır. Bunun o kadar kolay olmadığını, ‘Dış güçler mutlaka bir hinlik yapar’ edebiyatını yapanlar da biliyor. Ayrıca ‘dış güçler’in bizim gibi orta boy devletlerin kendi aralarındaki ihtilâfları kimi zaman tahrik edip kimi zaman arabuluculuk teklifiyle araya girerek kullandıklarını da biliyor olmaları gerekir.

Misâl gösterelim: Türkiye, Ermeniler ve Ermenistan’la ilişkilerini sadece kendi dirâyetsizliği yüzünden bozmuş değildir. Ermeniler, özellikle XIX. yüzyılda ‘dış güçler’ tarafından uluslararası siyasetin bir parçası hâline getirildiler ve tebâ’ı oldukları Osmanlı Devleti’ne karşı muğber edildiler. Birinci Dünya Savaşı, dünyanın siyaset devlerinin kapıştığı amansız bir mukaatele idi ve arada onlarca orta boy aktör devletin ezileceği muhakkak görünüyordu. Nitekim bu kapışmadan biz ‘büyük devlet’ vasfını kaybederek çıktık. İmparatorluk, dış güçler tarafından tasfiye edildi, toprakları parçalanıp bölüşüldü, içerideki yerli unsurlar isyana kışkırtıldı ve Türklerin dünya siyaset sahnesinde bir daha yer alamayacak derece ezilip ufaltılması siyaseti amansızca takip edildi. Biz bu kapışmadan ancak, ‘millî ve müstakil’ ama orta çapta bir devlet olmaya rıza göstererek çıkabildik.

DIŞ GÜÇLERİ HESABA KATMADAN MİLLÎ MÜCADELEYİ ANLAMAK MÜMKÜN MÜ?

Bizim ‘Millî Mücadele’miz, yedi düveli, -bir başka tâbirle düvel-i muazzama, yani büyük devletleri- dize getirerek kazanılmış bir başarı sayılmaz pek. Ders kitaplarında bu süreci, gençlerimize heyecan kazandırmak için biraz süslediğimiz, biraz abarttığımız inkâr edilemez fakat devrin büyük devletleri arasındaki anlaşmazlığın dişlileri arasına istemeden sürüklenmiş (İttihatçılar zannedildiği kadar ahmak ve basiretsiz değillerdi. Savaşın dışında kalmak için kendilerince her mümkün ihtimâli denediler ama başaramadılar) ve neticede yine düvel-i muazzamanın savaş sonrasında kurduğu güç paylaşımı sofrasında anlaşmazlığa düşmeleri neticesinde millî ve bağımsız devleti kurtarmaya muvaffak oldular. Dış güçleri dize getirmedik, dış güçler arasındaki ihtilâflardan ustaca siyasetler geliştirerek yararlandık. Millî Mücadele’nin başlangıcında Anadolu’yu bizzat işgal eden Fransız ve İtalyanlar, aradan iki sene geçmeden Anadolu’dan çekildiler. Yeni doğmakta olan Sovyet imparatorluğu, Millî Mücadele esnasında Ankara Hükümetine karşı olumlu bir tavır takındı ve mücadeleyi destekledi. Hintli Müslümanlar da kendi imkânları ölçüsünde mücadelemizi destekledi ve onları da aynı mantığa göre ‘dış güç’ saymak durumundayız.

İngilizler, başlarda işgale cesaretlendirdiği Yunan Krallığı kuvvetlerini, 1921 başlarında işgal ettiği topraklarda bir bakıma yalnız bırakarak İstanbul’da tutunmayı uygun gördü. Bu kısa tasvir Millî Mücadelemizi değersizleştirmez ama daha iyi anlamayı sağlayabilir. Dış güçlere karşı biz yine dış güçleri devreye sokmak basiretini gösterebildik ve bu her zaman böyle olmuştur. Türkiye’nin yeni çehresini ve siyasi otoritesini tanıyan Lousanne görüşmeleri, ‘dış güçler’in hazır bulunduğu bir masada yapıldı ve biz ‘dış güçler’i ikna etmek için aylarca çaba gösterdik. Barıştan sonra Cumhuriyet yönetimi, dakika geçirmeksizin ‘dış güçler’le yeni ve dostane ilişkiler kurmak için harekete geçti. 1930’lu yıllarda Türkiye ile Yunanistan, sanki on yıl önce boğazlaşmamış gibi iyi ilişkiler geliştirdiler. Balkan Paktı’na dâhil olan, İran Şahı’nı, İngiliz Kralı’nı ağırlayan Türkiye, elbette dış güçlerin farkındaydı.

Bu tabloyu ayrıntılandırmak ve tezlerini güçlendirmek için sözü uzatmaya gerek yok. Türkiye vaktiyle dış güçlerin başımıza musallat ettiği asırlık problemleri çözmek noktasında yine aynı dış güçlerin sağladığı kolaylıkları ve avantajları reddetmiyor. Canımızı acıtan siyasetlerine muhatap olduğumuzda şikâyetlendiğimiz dış güçleri, konjonktür gereği yanı başımızda bulunca şaşırıp tedirginliğe düşmenin mânâsı olamaz. Gerginliklere harcayacağımız enerjiyi, iç bünyeyi takviye etmek için tasarruf etmemiz daha akıllıcadır.

Dış güçler şimdi Ortadoğu ve Kafkaslar bölgesinde sükûnet ve güvenlik istiyor; bu bizim millî dış politikamızla âhenk teşkil eden bir taleptir. Barış ‘dış güçler’in telkiniyle geliyor diye herhangi bir komplekse kapılmamız gerekmez.

Ezcümle, eğer ‘dış güçler’ komşularımızla iyi geçinmemizi, bölgede barışın hâkim olmasını, iç yatırımlara daha çok kaynak ayırabileceğimiz huzur ortamını sağlamayı vadediyorsa, bundan tedirginlik değil, hoşnutluk duymamız lazım. İşbirliğine, refaha, iyi ilişkilere, ticarete, bölge halklarının birbiriyle alışveriş edip güzel komşuluk ilişkisi geliştirmesine ve huzura kimse hayır demez, dememelidir.