Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ortadoğu'da bir şeyler değişiyor; statüko kımıldıyor. Daha önceleri iç savaşlar, isyanlar, harpler, sivil ahaliye mezâlim ve kanlı hükûmet darbeleriyle hatırlanan Ortadoğu bölgesi bugün iyi niyet, işbirliği, ticaret, ortak yatırımlar, enerji hatları ve dostluk anlaşmaları gibi kavramlarla anılmaya başladı. Türkiye açısından bu gelişmelerin ne kadar hayırlı ve bereketli olduğunu vurgulamaya gerek yok; istikrarın hâkim olduğu Ortadoğu çerçevesinde Türkiye daha güvenle gelişip büyüyecektir.

BİR DEĞİŞİM FIRTINASININ İÇİNDEYİZ

İçeride de çok önemli gelişmelere şahit olmaktayız ve bu gelişmeler hâlen devam ediyor. Geçtiğimiz beş yıl içinde Türkiye kendi meseleleriyle yüzleşecek cesaret ve fırsatı buldu:

Bugünlerde gazetelerin pek üzerinde durmadığı Alevi Çalıştayı çok önemli bir hamledir ve Aleviler, inançlarından ötürü itilip-kakılan, yadırganan, yer yer hakaret ve alaya uğrayan mağdurlar olmaktan kurtularak Cumhuriyet'in eşit yurttaşları arasına girmeye başladılar. Alevilik artık insanların saklamaya gerek gördüğü bir kimlik olmaktan çıktı, resmiyet ve meşruiyet kazandı; çok iyi oldu.

Kezâ yıllardan beri adeta bile bile çözümsüz bırakılan Azınlıklara ait vakıf ve gayrimenkuller meselesinde de basit ama önemli çözümler geliştirildi. Geçenlerde Kayseri'de eskiden kalma bir Ermeni Kilisesi'nin onarılması ve içinde ayin tertip edilmesi bu cümledendi.

Kürt Açılımı diye bilinen hamle ile son yılların en çok baş ağrıtan meselesi hakkında Türkiye, çok önemli bir inisiyatif kazandı ve hamle üstünlüğünü ele geçirdi. Türkiye, kendi meselesini çözme iradesine sahip olduğunu gösterdi. Bugün gelinen nokta, üç ay evveline göre hayli ümit verici sayılır.

Komşumuz Ermenistan'la imzalanan ‘barış anlaşması’ ile Türkiye'nin neredeyse hiç ‘düşman komşu’su kalmadı; buna ilaveten Türkiye, Suriye, Irak'ın Kuzeydeki otonom bölge yönetimi ve İran'la iyi ilişkiler kurmak için samimi gayretler içinde.

Hiç hesaplanmadığı halde, ‘One minute’ krizi bile Türkiye'ye avantaj sağladı; İslâm âleminde Türkiye büyük bir prestije kavuştu.

İsrail ile serinleşen hatta kriz raddelerine gelen ilişkilerimiz ilk defa ABD tarafından belirgin bir ilgisizlikle karşılandı. İsrail'in bu defa ABD tarafından açık himâye görmemesini bazı yorumcular, “Belki de ABD, bundan sonra İsrail'in Ortadoğu'da komşularıyla iyi geçinmesini, kavga etmemesini, mezalime sebep olmamasını anlatmak istiyordur” şeklinde izah ettiler. Irak'tan çekilmeye başladıktan sonra ABD'nin bölgede kalıcı bir barış yerleşmesi adına İsrail'den sempati desteğini çekmesi bile kendi başına önemli bir değişiklik sayılmalı.

Silivri'de kurulu ağır Ceza Mahkemesi'nde görülmekte olan dava, darbeye hazırlık yapan kişilerin, kimlik ve unvanları ne olursa olsun yargı karşısına çıkarılabilmesi bakımından bir ilkti. Askerî vesayetin azaltılması ve sivil idarenin güçlenmesi bakımından bu gelişmenin altını önemle çizmeliyiz.

Genelkurmay Karargâhı’nda hazırlandığına dair kuvvetli belirtiler bulunan belgelerin açıklanmasıyla başlayan süreç, çok daha önemli sonuçlar doğurmaya aday görünüyor; iddialar doğrulanabilirse Cumhuriyet tarihinde ilk defa Ordu'nun sistem içindeki yeri ve önemini azaltmaya yönelik gelişmelere şahit olabiliriz.

KRİZDE YIKILMADIK;

AB ROTASINI TERK ETMEDİK

Bütün bu gelişmeler, alışılageldik düzen içinde kafa konforunu sarsmamaya itina eden çevreleri huzursuz etti; huzursuz oldular çünkü değişim, eski kalıpları geçersiz kılar ve yeni durumu kavramak için eskiye göre daha çok çaba sarf etmeyi gerektirir. Yukarıdaki meseleler hakkında gösterilen muhalefetin mühimce bir kısmı, statükonun değişmesinden hoşnutsuzluk duyan çevrelerin tepkilerinden oluşuyor fakat yapılan tahliller içinde ciddiye alınması gereken eleştiriler de var; bunların da göz ardı edilmemesi gerekiyor.

Sadece muhalifler değil, aslında hepimiz biraz tedirginiz; hatta son gelişmelerin hep de Türkiye'nin yararına olduğunu düşünenler arasında bile, “Hayırdır inşallah; bu kadar olumlu hadise pek nadiren böyle art arda gelirdi” diyenler var. Etrafımızda ve içerde bir şeyler değişiyor; eski paradigmalar ise yeni durumu izah etmiyor. Siz buna iki faktörü daha ilave ederek tablonun bütününü görmeye çalışabilirsiniz;

Bunlardan ilki, geçen sene bu zamanlarda Türkiye'nin neredeyse tek gündem maddesini teşkil eden global ekonomik krizin, Türkiye'yi beklendiği üzere yakıp kavurmayışıdır. Türk ekonomisinin, böyle fırtınalı bir denizde bile suyun üstünde kalması çok önemliydi.

İkincisi ise muhafazakâr ve İslâmi değerlerden yana tavır koyan hükûmetin Avrupa Birliği'ne tam üyelik mücadelesine kararlılıkla devam etmek iradesi göstermesiydi. Türkiye'nin AB üyeliği sürecinde ısrar etmesi çok anlamlı çünkü bu mücadele süreci, zaten kendi başına Türkiye'nin hukuk devleti olmaya yaklaşmasını ve mesafe kazanmasını sağlıyor.

Kabul etmeliyiz ki hakikaten iç ve dış konjonktür, Türkiye için hiç bu kadar elverişli duruma gelmemişti. Bugüne kadar konjonktür sebebiyle başına gelmeyen kalmamış bir Türkiye'nin bu defa yelkenini değişim rüzgârlarıyla doldurması, statükocu kafaları elbette rahatsız ediyor ve edecektir.

DEĞİŞİM, NELERİ DEĞİŞTİRECEK?

Değişim rüzgarları eninde sonunda Türkiye'de statükoyu değiştirecek. Mevcut anayasanın ilk siyasi fırsatta tarihe karışacağını ve yerini yenisine terk edeceğini görebiliyoruz fakat bunun yanında ‘Askerî vesâyet’ rejimine meşruluk veren unsurlar da ilk değişecekler arasındadır. Askerî vesâyetle birlikte Ordu'nun, devlet sistemi içindeki yeri ve önemi, eskiye göre azalacak, yüksek rütbeli kişilerin doğrudan siyasete müdahale edebildiği dönemler tamamen tarihe karışacaktır. Türkiye'de siyasetin artık daha çok sivil güçler aracılığıyla yürütüleceğini şimdiden varsayabiliriz.

HASSAS DAVRANMAK GEREKEN

NOKTALAR VAR

Bu esnada ordunun ‘Milli Ordu’ modelinden yarı veya tam profesyonel ordu tipine doğru dönüşmesi de mukadder görünüyor. Bu süreç hassastır çünkü sistem içinde ordunun yerini optimize etmekle, Türk ordusunun itibarını düşürmek arasındaki ince tefrik noktası hassasiyetle gözetilmelidir. Demokratikleşme bayraktarları arasında bilerek veya bilmeyerek ‘Antimilitarizm’ kisvesi altında ordu aleyhtarlığı yapan çevreler de bulunuyor ki bunlara fırsat verilmesi, kazanılacak demokratik mesafenin bir anda kaybedilmesine sebep olabilir. Aynı hassasiyeti, kuru gürültüyle Türkçülük, milliyetçilik edebiyatı yapan kişilerin eleştirilmesi esnasında da göstermek gerekiyor. Hamâseti eleştirmekle, Türklük, İslâmlık, vatanperverlik gibi esasen hep temiz kalması gereken hissiyatın karalanması birbirinden hassasiyetle ayırt edilmelidir.

Değişime hazırlananlar için değişimden korkmak gereksiz; şimdi herkes eskiye göre daha çok dersini çalışmak zorundadır.