Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

“Fatih Projesi” adı altında deneme uygulaması başlatılan “her öğrenciye bir tablet” kampanyası kapsamında Milli Eğitim Bakanı Nabi Avcı bir okulu ziyaretinde öğrencilere şöyle seslenmiş: “Bunlar birer araç, asıl olan sizin kendi becerileriniz, düşünceleriniz, kendi fikirleriniz.

Bunları da araç olarak kullanacağız, ama bunları çok fazla fetişleştirmeyeceğiz. ‘Bunlar her şeyi yapar, bunlarla beni kimse tutamaz’ değil. Bunlarla derslerinizi, eğitiminizi daha etkili bir şekilde gerçekleştireceksiniz. Asıl olan yine kalem ve kâğıt. Onlar temel, onların üzerine bunları koyduğunuz zaman daha başarılı olacaksınız.”

Bakan Avcı’nın yaklaşımını anlıyorum. Bilgi teknolojilerinin tabii uzantısı olarak bilgisayar ve tabletin okullara girmesi elbette tabiidir ve bakanlığın bu buluşmayı düzenlemesi aslî vazifesidir ama galiba Fatih Projesi bundan çok daha kapsamlı ve iddialı bir düşüncenin eseridir: İki asırdan beri bizim gibi toplumları biraz da lüzumsuzca gerginleştiren ve acullaştıran gecikmişlik duygusunu izâle etmek için “çağların üzerinden atlayarak” modern bilgi seviyesine ve toplumuna erişme gayreti. Bir mânâda kaçırdığımız treni helikopterle yakalama hamlesi. Uygulamaya sahne olan okullardaki bir öğretmenin şöyle dediğini duydum: “Öğrencilere tablet dağıtılalı beri onlarla göz temasını kaybettim.” Eh, helikopterle trene tepeden inmeye çalışırken bu kabil kazalara uğramak mukadderdir. Çocukların en ziyade oyuna eğilim duydukları bir çağda, ders nizâmını birdenbire dijitalleştirerek tablet ekranı üzerine bina etmenin muhtemel yan tesirlerinden biri de budur. Her öğrenciye bir tablet vererek, daha kaliteli ve çağdaş eğitime ulaşılacağı varsayımı doğru değil.

Milli Eğitim’in kaptan köşkünde, en ciddi ve karakterli entelektüellerimizden birinin olması doğrusu insanın gönlünü ferahlatıyor. Bakan Avcı, kâğıt-kalemle tablet arasındaki asla kapanmayacak mahiyet farkını biliyor ve seslendiriyor; ona kalsaydı derslikte yüksek teknoloji kullanılması meselesini daha yumuşak, daha insânî, faydalı ve şüphesiz “tedricî” bir geçişle düzenleyeceğinden şüphe etmezdim. Fatih Projesi, büyük iddia ve beklentilerle üç sene önce başladı ve bu esnada projenin pedagojik faydası hakkında siyasilerin uzun boylu tefekkür ettiklerini zannetmiyorum. Bu durumda sayın Bakan’ın yerinde olsam, Başbakan’a çaktırmadan projeyi mümkün olduğu kadar ağırdan alıp kadükleştirmek yolunu seçer ve elbette siyasi kariyerime kendi ellerimle nihayet vermiş olurdum.

Biz muhafazakâr takımının gönlünde hep aynı arslan yatar: Bir elde Kur’an, ötekinde asrîliğin icabı neyse o, (şu an için tablet!) ve bu iki unsuru bal gibi imtizac ettirerek özümüzden kopmadan Batı’yı yakalamak. Fatih Projesi’nin adı, aynı hasreti dillendiriyor. Fâtih, çağının bilgi ve icâplarıyla, bugün bize hayranlık verici bir nefis emniyetiyle yüzleşebilen bir devlet adamıydı. Proje, yeni Fatih’ler yetiştirmeyi amaçlıyor. Hedef iyi, lâkin seçilen araç, sahra çölünde feribot beklemek gibi bir şey.

Bundan birkaç ay önce bir elektronik mağazasında sadece e-kitap okumaya yarayan (Kandil!) tabletin fiyatını sormuştum ve her neviden binlerce ürünün olduğu koca mağazada o tabletten olmadığını öğrenince şaşırmıştım. Sebebi çok basitmiş, talep eksikliği! Necib gençliğimiz veya halkımız, sadece kitap okumaya yarayan (ama göz için hayli elverişli) bir tablet edinmekte eğlence bulmuyor ama öteki tabletler sebil gibi, üstelik ucuz! Anlamı nedir bu küçük gözlemin sizce?

Teklifim şu: Projenin içini değiştirelim. Tablete bu kadar bel bağlamanın neticesi hayal kırıklığı olur. Talebe-öğretmen, kitap-defter ve kalem ilişkisini kırıp atmak bana doğru gelmiyor; normaldir, mürtecîyiz ne de olsa...