Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Millî Eğitim Bakanlığı, iki seneden beri, "Felsefe grubu dersleri" diye bilinen felsefe, sosyoloji, psikoloji ve mantık ders programları hakkında yapmayı düşündüğü değişiklikleri açıklayınca, kamuoyunda pek dikkat çekmeyen fakat aslında son derece manidar bir itirazla karşılaştı. Bazı gazetelerimiz tarafından "Felsefeciler ayağa kalktı" diye iddialı bir başlıkla duyurulan bu tepki, tek bir kurumdan, Felsefeciler Derneği'nden geldi. Değişikliğin ayrıntıları açıklanınca hemen "ayağa kalkan" ve "olağanüstü" toplanan Felsefeciler Derneği'nin sözcüleri, "Bu programla felsefe dersi yapmak imkânsız. Belirli bir ideoloji hâkim kılınmış" tesbitinde bulundular.

Haberi okuyunca yıllar öncesine, liseli yıllarıma döndüm.

FELSEFE OKUYAN DELİRİR Mİ?

"Servet" diye bir delikanlı vardı, ağabeyimiz olacak yaşlardaydı. Onu yaz günlerinde bazen başında fötr şapkası, sırtında ütülü takım elbisesi ile Hükümet Meydanı'na açılan parkta görürdüm. Kendi kendine konuşmasıyla dikkat çekerdi ve etrafındakiler galiba Servet Ağabey'e "zararsız deli" muamelesi yaparlardı. Söylenenlere göre iyi bir ailenin çocuğu olan Servet, üniversitede okurken karşılaştığı felsefe dersinde çarpılmış, zihni karışmış, aklî melekeleri bozulmuş ve eğitimini yarıda bırakmak zorunda kalmıştı. O yıllarda felsefeyle meşgul olmak, cüzamlılar koğuşunda hastabakıcılık yapmak kabilinden tehlikeli bir uğraş gibi algılanıyordu. Felsefeye bulaşan, önceki değer hükümlerinin yerle bir olmasından dolayı bunalıma giriyor, zihni karışıyor ve âdeta muâllâkta kalıyordu. Felsefe tehlikeli bir şeyin tâbiriydi. "Felsefe yapma şimdi bana" ikazı, "Boş konuşma, lâfı çarpıtma, akı kara göstermeye kalkışma" mânâsına bürünmüş haliyle anlaşılırdı.

Soğuk ve sevimsiz bir çağrışımdı felsefe; aileler, "Elden çıkacak, za'y olacak!" endişesiyle çocuklarının felsefe okumasını istemezlerdi.

SÖZ DERSTEN AÇILMIŞKEN...

Lisede felsefe seçmeli ders durumunda olduğu için bu dersi görmedim. Onun yerine astronomi veya mantık dersine girdiğimi hatırlıyorum. Astronomi dersinde göklere açılan kapının önümde aralanacağını zannederken, yıldızlar arasındaki mesafeleri hesaplamakta işe yarayan matematik formülleri, ışık şiddetlerinin ölçülmesi vs. gibi sıkıcı ayrıntılarla karşılaştım. Pırıl pırıl bir yaz akşamı gökyüzünde Venüs'ü nasıl tanıyabileceğimi astronomi dersine değil, zıraatçi bir arkadaşıma borçluyum. Astronomi dersi, meraklı zihnimi kamçılayan ve gözlerimi kamaştıran açılan ışıklı bir kapı olmadı, bana lânet bir ders hüviyetinde göründü ve öyle kaldı.

Fizik de öyleydi meselâ; fizik biliminin çekici güzelliğini yıllar sonra otuzlu yaşlarımın ortasında merak edip okuduğum popüler bilim kitaplarında fark etmiştim. Sir James Jeans'ın, "Esrarlı Kainat" adıyla dilimize çevrilen eserinde fizikle astronomi'nin, astronomi ile felsefenin, geometriyle matematiğin arasındaki büyülü ilişkiyi görüp hayran olmamak imkânsızdı. Ders şekline girdiğinde dünyanın en sıkıcı, en mânâsız şeyleri şeklinde görünen bu bilimler meğer ne kadar câzip, işe yarayışlı âletlermiş? Çok sonraları, beni ve benim gibi yüzbinlerce öğrenciyi, bu gibi büyüleyici ve merak uyandırıcı bilim disiplinlerinin içine çekmeyi başaramayan öğretmenlerimi hep sitemle eleştirdim. Tarihten nefret ettim, sosyolojiyi hep savsakladım ve hep güç-bela geçer not alabildim, fizik kâbusum, geometri ve matematik korkulu rüyamdı.

FELSEFE HAKİKATEN

LÜZUMLU BİR DERS Mİ?

O yüzdendir ki Felsefeciler Derneği'nin "Bu programla felsefe dersi yapmak imkânsız" yakınmasını okuyunca fazla üzülmedim; hele hele, "Bu programla belirli bir ideoloji hâkim kılınmış" eleştirisini hiç ciddiye almadım, fakat bu felsefenin kendisini ciddiye almamak şeklinde anlaşılmamalı. İnancım şudur: Orta dereceli, hatta yüksek okullarda bile felsefe dersi yapmak karşıdan okunduğu gibi kolay bir iş değildir; felsefe tarihi dersi yapabilirsiniz- felsefe kültürü hakkında bilgi verebilirsiniz o kadar. Esasına bakılırsa felsefenin bir ders olarak orta dereceli okullarda okutulmasının lüzumu hakkında bile tartışmak mümkündür bana göre.

AH KEŞKE ÖYLE OLSA

DİYECEĞİM AMA...

Felsefeciler Derneği sözcüleri, yeni programa demediklerini bırakmıyor ve programı "Muhafazakâr" buluyor, ilk üniteye "Felsefe ve Hikmet" arasındaki ilişkiyle başlanmasına karşı çıkıyorlar. İlk safhada "Hikmet" kavramıyla karşılaşan öğrencinin bundan sonra felsefeye artık boşvereceğini, "Hikmet"in peşinden sürüklenip gideceğini ve artık düşünüp sorgulamak gibi temel felsefi faaliyetleri terk edeceklerini öne sürüyorlar.

"Ah, keşke öyle olsa" diyesim geliyor. Felsefeciler Derneği sözcüleri, yeni programın her öğrencide hızla dindarlık, vahye ve nass'a teslimiyet duygusu uyandıracağını, eleştiri ve sorgulama haklarından vazgeçerek kendilerine söylenenlere papağan gibi itaat edeceklerini zannediyorlar, tek kelimeyle "Skolastik"e dönüş yani: "Muhafazakarlaşma açık bir şekilde hissediliyor. Batı felsefe anlayışından oldukça uzaklaşılmış durumda. Felsefenin temel problemlerini atlayan ve belirsizliğe iten bir içerik var. Türk-İslam sentezi oldukça dikkat çekiyor." vesaire…

FELSEFE DERSİNİN MAKSADI "TİTREK

ATEİST" YETİŞTİRMEK MİDİR PEKİ?

Felsefecilerin esas endişesini galiba anlayabiliyorum. Onlar, felsefe derslerine verdikleri o eski misyonun yeniden tarifinden huzursuzluk duyuyorlar. Şöyle bir yaklaşımdır o: İnsan, kainat içinde kendi varlığını fark ederek meraka kapılır, soru sormaya başlar ve sorularına sistematik cevaplar vermeye yönelir. Felsefe, insana hemen her konuda akıl yürütme imtiyazı veren eleştirici bir düşünce tarzıdır. Bu düşünce tarzının birinci görevi ise düşüncenin dinden ve metafizikten sıyrılmasıdır.

Yeni program, felsefi düşüncenin "dinden sıyrılmak" gibi bir gereklilik taşımadığını varsayıyor anladığım kadarıyla. Hikmetle felsefe arasındaki ilişkiye dikkat çekerek derse başlanması bu maksadı imâ ediyor. Felsefeciler Derneği'nin Hikmet kavramına itirazı çok mânidar. Şöyle diyorlar: "Felsefenin kendine has bir düşünce tarzı vardır. Hikmet kavramıyla başlayan bir program, çocukları fikir tembelliğine alıştırır."

Oysa ki felsefe kelimesinin açılımı "Philo-sophia", hikmet sevgisi mânâsına geliyor. Felsefeciler, hikmetin bu defa İslâmî bir mânâya bürünmesinden rahatsız oluyorlar. Bu itirazı ciddiye alabiliriz fakat savunageldikleri klasik hikmet tarifi, pratikte felsefe öğrencilerini en tembelinden Agnostisizm'e sürükleyip orada bırakan bir "titrek ateizm"den ibarettir. Öğrencileri İslâm'a karşı önceden soğutarak tutuşma dereceleri aşağıya çekmeyi de kazançtan sayarlar. Daha da ileriye doğru bir adım atarsak, bizim Millî Eğitim sisteminde şimdiye kadar uygulanagelen felsefe derslerinden beklenen temel maksadın, "Seküler", laik dünya görüşüne sahip insan yetiştirmek olduğunu varsayabiliriz.

O zaman sorarlar, seküler dünya görüşüne bağlı, dinî düşünceye karşı alerjik bir tavra sahip insan yetiştirmenin kendisi de bir çeşit "ideolojik" yaklaşım değil midir? Kimin ne hakkı var felsefe dersi adı altında çocuklarımızı titrek ateizm'in kapısında bırakmaya veya dine karşı ilgisizleştirmeye?

Felsefenin temel vazifesi, insanı dine karşı mesafeli kılıvermek midir; yoksa ismiyle müsemmâ "hikmet arayışı içindeki insana kanat takmak" mıdır?

Titrek ateistlik meselesi önemli; Avrupa'da en yaygın mezhebin artık Hristiyanlık olmadığını, Agnostiklerin, yani dinî ve ilahî meseleler hakkında "bilinemezcilik" yolunu tercih edenlerin çoğunluğa geçtiğini savunanlar var. Kilise öğretisi insanları tatmin etmiyor; Batılıların çoğu ya "daha laik ve zararsız" bir suratla pazarlanan Budist öğretilere tevessül ediyor ya da "En iyisi Agnostik takılmak" diyerek titrek ateizmde karar kılıyorlar.

Titrek ateizm sözünün nerden geldiğini hatırlatalım bitirirken; diyorlar ki "Ateistin korkağına Agnostik" derler!"