Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Haydi ey okuyucu, şu yazarın hakkını teslim ediniz; şunun şurasında "Werder Bremenlilik Kültürü" başlıklı yazı yayınlanalı iki ay bile olmadı.

Hatırlayacaksınız; o yazıda takım tutmanın kişide herhangi bir birikim, ön hazırlık, birtakım olumlu davranışlar dizisi, kısaca bir karakter zemini gerektirmediğini ileri sürmüştüm. Bu yüzden bütün takımların taraftarları birbirine benzer nitelikler gösteriyor ve normal şartlar altında çocukların bile ciddi bulmayacakları, "biz büyük camiayız, en çok taraftar bizde, şu kadar rekorumuz, bu kadar kupamız var" cinsinden sâfiyâne iddialar ile kendilerini aldatıyorlardı.

Al birini vur ötekineydi yani. Meselâ bir takıma taraftar olmanın gerektirdiği asgari karakter ve ahlâk standartlarından, bazı davranış kalıplarından söz edilemiyordu. Futbol kulüpleri, kulüp arması etrafında ortaçağdakine benzer bir şövalyelik, veya ne bileyim bizdeki Fütüvvet ahlâkına benzer bir centilmenlik altyapısı oluşturmayı akıllarından geçirmemişlerdi.

En iyisi birkaç örnek vereyim ki, hangi kavramlardan ne kadar uzakta gezindiğimizin farkına varalım.

Meselâ futbol dünyamızda günün birinde şu gibi değerlerin gezindiğini vaktiyle görmüş iseniz tahtaya tıklayınız: "Bir Trabzonsporlu skor ne olursa olsun rakiplerine saygı duyar; iyi futbolu alkışlar ve misafirperverlikten asla taviz vermez."

"Bütün Gençlerbirliği taraftarları kardeştir. Kardeşlikleri ve dayanışmaları sadece maç esnasında değil, arkadaşlık ve dostluk olarak hayatın her ânında devam eder."

"Fenerbahçelilik, kulüp taraftarlığından önce bir edeptir; bir ahlâk standardıdır. Fenerbahçeli küfür etmez; başkalarına yöneltilmiş hakareti kendi nefsine yönelmiş kabul eder. Fenerbahçe'yi bütün kalbiyle sever; ama iyi futbolu ve centilmenliği Fenerbahçe sevgisinden daha üstte tutacak derecede bilinçlidir."

"Büyük Altay taraftarlığı, başta İzmir olmak üzere bütün memleket sevgisi ile iç içe bulunan bir meziyettir. Bir Altaylının toplumsal davranışlarında gösterdiği dikkatsizlik, Büyük Altay topluluğunu bağlar ve üzer."

"Beşiktaşlılık, yüksek ahlak standartları gerektiren bir bilinç halidir. Yardımseverlik, düşkünü koruma, dayanışma, nezaket ve iyi niyetlilik temel Beşiktaşlılık vasıflarıdır. Futbol kulübümüz ise bu değerleri görünür hale getiren ortaklığımızı simgeler."

"Bir Galatasaraylı için futbol bir oyundur ve birlikte olmaya vesile olduğu sürece bir anlamı vardır. Kardeşliği, barışı, hoşgörüyü ve diğerkamlığı zedeleyen her davranış, Galatasaraylılık ruhunu da rencide eder. Bir Galatasaraylı, içinde bulunduğu her topluluğun en nâzik, en kültürlü ve en centilmen üyesi olmak iddiasındadır."

...

Vesaire, vesaire, vesaire...

Şimdiye kadar böyle bir şey duyan, bilen, gören var mı? Yok. Taraftar kimliğini belirleyen sadece armalar ve renkler; armaların ve renklerin ardına başka değerler de konulabildiği gün Türkiye'de sadece futbol seyirciliği ve taraftarlığında değil, pek çok sektörde iyi gelişmeler yaşandığını görebileceğiz. Birleşik kaplar teorisi bunu gerektiriyor çünkü.

ULUSAL BİLİNÇ

Doğu Anadolu'daki şirin ilçelerimizden birinde Rus zulmünden kurtuluşun ..'nci yılı "parlak" törenlerle kutlanma hazırlığı yapılıyordu. Kutlama töreninin odak noktasını, kurtarılan ilçeyi temsil edecek olacak genç bir kız teşkil edecekti; senaryoya göre işgalci Rus kuvvetlerinin elinde esir olan genç kız (yani vatan), millî kuvvetlerin hücumu ile bağlı bulunduğu zincirlerden kurtarılacak, düşmanı temsilen Rus askeri kılığına bürünmüş kuvvetleri teşkil eden garibanlar ise her yıl olduğu gibi ekser itibarla hücum esnasında telef olacaklar, ayakta kalanlar ise "kuzeydoğu" istikametinde tabana kuvvet kaçacaklardı.

Senaryo kusursuzdu; kasabayı temsilen "kurtarılacak olan" genç kız rolünü Kaymakam Bey'in lisede okuyan güzel kızı canlandırmayı kabul etmişti. "Millî kuvvetler" de hazırdı; ilçenin bütün çıtak delikanlıları, sırf memleket hizmetidir gerekçesiyle ve vatan aşkıyla milli kuvvetler safında kanlarının son damlasına kadar çarpışmaya razıydılar.

Düşman kuvvetlere gelince... Açıkçası koca kasabada kimse, hiç kimse bu gösteride düşman rolüne soyunmak niyetinde değildi.

Duruma el koyan "resmî kuvvetler" çareyi, kasabanın tescilli ayyaşlarından "Memo"ya bir kasa rakı mukabilinde düşmanlık ihâlesini üstlenmesi teklifinde buldular; sair vatan hainlerini Memo, kendi âvânesinden teminetmeyi kabul etmişti!

(Minik, önemsiz bir ayrıntı: Memo, prova esnasında "aziz vatan" rolündeki kaymakamın kızını görünce bir tuhaf olmuştu!)

Kasabaya saldıran millî kuvvetler, Memo ve âvânesinin, "dağılın bre, bizde yabana kız kaptıracak göz var mı?" nârâsıyla şaşırıverdiler. Düşman, "aziz vatan"ı canı ve kanı bahasına çiğnetmemeye kararlıydı. Kalabalığa getirip, "kendine gel Memo, biz vuracağız, siz düşeceksiniz" ihtarlarına o mâlum iki hecelik kestirme ile cevap veren Memo, "milli kuvvetler"i önüne katarak, tribünlere kadar kovaladı vee milli kuvvetleri bir güzel püskürttükten sonra binlerce .......'linin önünde yabana kaptırmadığı "sevgili vatan" yanağından "şaap" diye öpüverdi.

Öfke, ıslık, çığlık, alkış, kahkaha, kıyâmet!

Memo, kahramanlığının, nâmuskârlığının, cesâretinin ve cür'etinin ve aşkının bedelini günlerce nezarethanede inleyerek ödedi.

Değmişti; vatan uğruna fedâ olsundu!