Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Kâni Karaca'ya Allah rahmet etsin; bazı gazeteler ondan "mevlidhan" diye bahsedince şaşırdım ve üzüldüm. Ağacı yaprağıyla tarif etmek gibi bir şey bu. Kâni Bey'e mevlidhanlık sıfatı az gelir; o yaşadığı müddet zarfında Türk musikisinin en büyük sesiydi; klasik tegannî tarzının belki de yegâne üstâdıydı.

Bazen kendisine refakat eden saz heyetiyle lâtifeleşmek istediğinde sesinin karar perdesini koma koma yedirerek bir başka perdeye vâsıl olduğunu ve bir süre sonra sâzendelerin "akordumuz bozuldu" diye icrâyı bırakıp akort düzeltmeye yeltendiklerini anlatırlar ki sözü edilen perde göçürme hadisesi, ancak çok eğitimli ve kabiliyetli kulakların veya elektronik frekans ölçme âletlerinin fark edebildiği bir dar aralıkta cereyan etmektedir. "Kaybımız büyüktür" demek gereksiz; biz sadece müthiş bir hançereden değil, asrın en büyük kulağından ve musiki beyninden mahrum kaldık ve telâfisi de yoktur.

Gayet iyi hatırlıyorum, 1975 yıllarında BBC'den bir ekibin sırf Kâni Bey'den artık radyolarda bile yayın imkânı bulmayan klasik eserlerin kaydını yapmak üzere Türkiye'ye geldiklerini işitmiştim. Böyle bir musiki beyninden geriye kalan birkaç tane ticari albümden ibarettir ve onun kadrini bilenler, bu kadarıyla iktifâ etmek zorunda kalacaklar.

Kâni Bey, "klasik" kavramının içini hakkıyla dolduran bir musiki zekâsıydı. "İcrânın zekâyla ne ilgisi var" dememeliyiz. Sıradan sesler, zekâ ve zekânın desteklediği birikimle musiki haline gelir. Feyz ve ders aldığı hocaları itibariyle Kâni Bey, bugün meraklı dinleyicilerin bile varlığından ve lezzetinden haberdar olmadıkları klasik tavrın en mütebahhir icrâcısı idi. O edâ ve o tavır bugün yoktur. Klasik musikimiz ne yazık ki iyi niyetli ama bilgisiz ve zevksiz koro şefleri tarafından insanı "on dakikada huzur içinde derin bir uykuya" sevk eden terapi seansları haline getirilmiş bulunuyor. Klasik zevkin körelmesinde, klasik eserlerin müşterisiz kalmasında vaktiyle uygulanan kültür politikalarının derin tesirleri vardır. Ülkesinin medenî birikimini gözden geçirdikten sonra "bizim klasiğimiz yoktur" diyebilen kafalar yıllarca maarifte ve yayın hayatında tesirli oldular. Bu yüzden Kâni Bey ve onun yanına koyabileceğimiz üç"beş musiki üstâdı "gazelhan, mevlidhan" gibi sıfatlarla anılabiliyor bugün. Bu ayıp bizim ayıbımızdır. Zihnimizde "klasik" diye bir kalite kategorisi olmadığı için iyiyi kötüden, sıradanı sıradışından ayırt edecek bir tefrik cihazına malik olamadık. Böyle bir eksiklik, haddizatında klasik değere sahip eserlere sahip olmamakla aynı kapıya çıkar; evet, o eserler yerinde duruyor ama onlara nüfuz edecek harfler, âletler, kavramlar, kelimeler, hâsılı kültür kodlarından mahrumuz. Sâbâ ile segâh'ı birbirinden ayırt edecek kaç kişi var tanıdıklarınız arasında? Bırakalım gençleri, otuz yaş sularında seyredenlere beş bestecinin adını sorunuz isterseniz.

"Ne aradığını bilmeyen, ne bulduğunu da bilemez" diyen adam ne kadar haklı! Adamın ufku "mevlidhan"da nihayete eriyorsa ne yapabilirsiniz ki? Mevlidhan, hani şu kandil günlerinde televizyona çıkan ve naklen yayın esnasında ağız ve diş taraması yaptıracak ölçüde zorlanarak sanatını icrâ eden kişiler; tâbir yerinde ise dinî musikinin sokak çalgıcıları. Kimseyi tezyife niyetim yok, ufkumuzun bittiği yeri anlatmaya çalışıyorum sadece.

"Belki hâlâ o besteler çalınır / Gemiler geçmeyen bir ummânda" mısrâlarını hatırlar mısınız; Kâni Bey, artık gemilerin geçmediği o uzak ummânlarda, varlığından kahir ekseriyetimizin hâlâ haberdar olmadığı o besteleri seslendirirdi işte.

...

Hâsılı efendim, "Göçtü kervan, kaldık dağlar başında"