Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Bilgi eksikliği yanlış değerlendirmeye sebep olabilir, bilginin üretildiği araçtaki zaafiyet de öyle; kezâ metodik kusurlar gibi daha nice faktör yüzünden yanlış yapabiliriz.

Bu bakış açısı mâkul bir şey gibi görünüyor çünkü doğrunun herkes tarafından algılanabilecek kadar net bir tabiata sahip olduğunu ima ederken yanlış anlamaya ise bazı zaafların yol açtığını öngörüyor.

Pek öyle değil galiba, bazen bütün şartlar müsait olduğu halde aynı olgudan iki veya daha çok zıt mânâ çıkarıldığı oluyor. Konuşmanın, izah etmenin, yazarak veya çizerek anlatmanın fayda etmediği yerde çaresiz ve ümitsizsiniz. Fakat bir dakika; bir ihtimâl daha var! Yukarıda sıraladığım hükümler indî ve şahsî olması bakımından pekâlâ eksik ve hatalı olabilir. Eğer kendi algımda bir kusur varsa bununla başkasının kusurunu nasıl fark edebilir ve düzeltebilirim ki?

Bu sıkıcı ve kolay anlaşılmaz süreç, insanlık tarihinin en zorlu problemidir dersek mübalağa etmiş olmayız. Her şeyden önce, hata ve eksikliği ilk adımda hemen karşı tarafta aramaya ve bulmaya meyyâliz. Kusur bizde olamaz, en azından yüzde 51 ihtimâlle karşıdadır. “Anlatamadım galiba” ile başlayan cümleler genellikle bir önceki lâfzın tekrarından ibaret oluyor. Doğruyu biliyor ama her nedense anlatamıyoruz ve aslında anlamadığı için kusurlu olan karşı taraftır; bizim anlatma kabiliyetimiz ise gıcır gıcır maşallah!

Bu ezelî meseleyi şuracıkta halledecek halim ve marifetim yok; İnsanlar binlerce yıldan beri apaçık hakikatleri, bürhanları, âyetleri ve delilleri farklı gözlerle değerlendirip farklı mânâlar çıkardılar. Bu bizim asıl hikâyemiz, daha doğrusu dramımız. Aklî melekelerle bir hadiseyi gözleyip hakkında bir karara varmak kâğıt üstünde kolay, harcıâlem bir şeymiş gibi görünüyor lakin tam tersine en çok “su kaldıran”, tartışma götüren yanımızdır; imtihan olacağımız ve olunduğumuz şeydir. “Gerçek bir tanedir ve onu her normal insan anlayabilir” hükmü doğru olsaydı çok şey değişirdi: Tarihimiz olmazdı bir kere çünkü tarihçiler yazmaya değer şeyler bulamazlardı. Bütün çatışmaların sona erdiği yeri düşünebilir misiniz?

Hakkı Hak, bâtılı bâtıl bilmek de nasib işi öyleyse; o kadar sehil ve basit olsaydı iman gerilimimiz bile olmayacaktı. Öyleyse asıl sınandığımız yer (uzuv diyelim) algı cihazımız olmalı. Öyleyse bu mânâda imanın öteki boyutu, algı cihazını berrak ve sağlam tutmak olabilir mi? “Ya Rabbi bize imanımızı yoldaş kıl” duasının aslında tam olarak neyi murad ettiğine takıldım birkaç gün önce. İmanla yoldaş olmak, tabir caizse bütün seyir donanımının yani pusulanın, dümenin, haritaların, usturlabın, hâsılı bilcümle navigasyon bilgilerinin pırıl pırıl işler halde olması demek. İman keşke anlık tarihî bir teslimiyet karesinden ibaret olsaydı; hâlbuki sürekli hareketli ve zinde tutulması gereken bir hassa. İmânın yoldaşlığı, Hak üzre bulunan zihnin ve şuurun da zeyrekliği demek ki.

Siyasi tartışma ve çekişmeler gönlü kırıyor ve yoruyor; temelinde teşhis veya algı farklılıkları var. Apaçık bürhanlar karşısında kırk dereden su getirerek havuz problemlerine dalan eksik yanımız, siyasi bir meselede aynı makam üzre nasıl tanîn eylesin? Zor; çünkü, siyasi hırs, rü’yeti puslandıran (katarakt gibi) bir zaaf. O hırsa galebe edip de insanlar arasında adâletle davranan kahramanlara ne mutlu.

Koca Ramazan geldi geçti, gönül yorgunluğu geçmedi. Demek ki asıl nükteyi dudaktan kalbe indirememişiz; vah bize.