Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

'Bir inanç nasıl görünür hale getirilebilir' sorusunu bir kağıda yazarak üzerinde düşündüğümüzü farz edelim: İnanç, adı üzerinde zihnî, yani kolay kolay görünmeyen kabullerden oluşuyor, en azından biz istemezsek kolay kolay cisimleşmeyen kabuller bunlar.

İnancın şekle dair unsurları yok mu; olabilir. Bazı inanç sistemleri görünür olmayı önemsedikleri için belli sembollerle, renklerle, kıyafet ve alâmetlerle tecessümü tercih etmişlerdir.

Şimdi bu ölçüler çerçevesinde İslâm'ın görünür olmak hakkında nasıl prensipler koyduğuna bakalım.

Daha önce başka bir dine mensup (veya inançsız) birinin Müslüman olmasını düşünelim; bu işlem herhangi bir şekil şartına bağlı mıdır? O kişinin illâ bir müftü, imam, hoca karşısına çıkması, bir mercie müracaat etmesi, birtakım libaslar giymesi, birtakım törenlerden geçmesi gerekiyor mu? Hayır, İslâm bu konuda son derece sade ve hiç şekil gerektirmeyen bir derûnî şart ile bir harici şart getiriyor; yani Kelime-i Şehâdet getirip zihin dünyanızda İslâm dairesine geçersiniz ve bu geçiş, şahit ve şahitler tarafından bilinir hale getirilir. Şahit bulunamaz ise eylem eksik kalmaz, yine de tamamlanmış olur. Bu işlemin herhangi bir deftere yazılması, kayda alınması da gerekmez. Bu kişinin giyim tarzını değiştirmesi gerekir mi: Müslümanların özel bir giyim tarzı yoktur; giyimde riayet edecekleri hadler (ölçüler) vardır. İslâm'ı temsil eden özel bir başlık (serpuş) cinsi de yoktur. Renklerden hiçbiri İslâm'ın sembolü değildir ama Müslümanlar bazı renkleri sevmiş, çokça tercih etmişlerdir, ayrı fasıldır ve dinin kendisini değil, kültür tarihini ilgilendiren şeylerdir.

Müslümanlar ibadet için özel bir mekâna muhtaç değillerdir; elbette mescidleri, câmileri vardır ama olmadığı yerde Efendimiz'in, "bütün yeryüzü bana namazgâh ve sebeb-i tahâret kılındı" nüktesince arzın herhangi bir yerinde veya mekânında ibadet edebilirler.

Temizlik şartı vardır sadece; şekle bağlı olmayan bir şart.

Müslümanların mescidleri için uyulması mecburi bir mimari tarz, mimari eleman yoktur. İçinin ve etrafının temiz, kıblenin belli olması yetiyor. Bugün bize olmazsa olmaz gibi görünen şekli unsurlar, minber, kürsü, mihrap vb. sadece "âdet" olduğu için öyledir.

Müslümanların evlerinde, yollarında, şehirlerinde, İslâm'a dair özel bir şeklî alamet bulunması da gerekmiyor; hep 'had'ler vardır, şekiller değil. Şekil görünür bir şeydir, had ise ölçüdür, soyuttur, kolay görünür hale gelmez.

Efendimiz Müslümanları sadece farklı inanç mensuplarının görünür alâmetlerini taklid etmemeleri için ikaz etmiştir; o ikaz dahi belirli şekil emretmiyor.

O yüzden ibadetlerin icrasında da bir ölçü vardır elbette: Bir ibadet, utanılacak bir işmiş derecesinde gizlenmez; iftihar edilecek bir şey derecesinde abartıyla sergilenmez. Tabii olunur, tabii davranılır. Sadaka verilirken bu nükte bütün haşmetiyle belirmektedir meselâ; sağ elle verilenden sol elin haberdar olmamasında, sadakadan farklı bir terbiye boyutu daha vardır.

Oruçluluk hali ile tersi arasında zahirde fark yoktur; oruçlu olanın göğsünde, "ben oruçluyum" yaftası ile gezmesi kadar gülünç ve oruç ruhuna aykırı ne olabilir? Oruçlu, zorlanmadıkça oruç ibadeti ile hemhal olduğunu açıklamaz, çünkü bu derûni bir eylemdir, aç kalmaktan ibaret olmadığını herkes bilir. Derûni işler ise derûn denilen yerde kalmalıdır.

Ama dikkat!

Bir toplulukta oruçlu olmak zillet kabul ediliyorsa, çoğunluğa uyup sükût ile yetinmek seciyeyi tahriş edebilir; çok istinai bir hâl fakat meselenin ruhunu özetliyor.

Görünürlüğün en ziyade hissedildiği ibadet Hac'dır; orada semboller, özel mekânlar vardır ama bir ferd-i vahid olarak herhangi bir hacının diğerinden tefriki mümkün olmaz; orada da bir nevi görünenler içinde görünmez olmak nüktesi işlemektedir sanki.

BİR KİTAPTAN DAHA SOYUT BAŞKA NE OLABİLİR?

İslâm'ın soyut, şekli dışlayan bir inanç olduğunu ileri sürmek, başkaca bir şekilcilik unsuru sayılabilirse de şu kadarını söyleyebiliriz; İslâm'ın önceki dinlerle en mühim farkı, insanın yüksek soyutlama kabiliyetine hitab ediyor olmasıdır ve bu soyutlamanın en yüksek ifadesi Kur'an-ı Kerim'dir.

Bir kitap, sadece bir kitap.

İçinde, diğer kitaplarda olduğu gibi satırlar, harfler, kelimeler ve sayfalar bulunan bir kitap. Müslüman için bu kitap, şekli boyutunun dışında 'söz'dür. Söz soyuttur; ancak insan havsalasıdır ki soyut sözün muhatabıdır ve böyle bir insan, inanca muhatab olabilme, inanç ehliyeti bakımından en mütekâmil yaratıktır.

Eğer bir Müslüman, Kur'an'daki 'söz'ü, soyut ifadeleri hakikaten hâmil ise o tek başına bir ülke, tek başına bir ümmet, tek başına bir mâbed, tek başına bir vatandır. Benim kanaatimce Kur'an'da, dağların bile kabulden imtina ettiği halde insanın kabul ettiği ima edilen emanet (Ahzab; 72) budur; bunun ne kadar önemli ve değerli bir sorumluluk olduğunu anlamak için meselâ, Allah'ın gönderdiği peygamberlerin sahiciliğini sınamaya kalkışan, ondan kozmik çapta mucizeler getirmesini isteyen ve yine de inanmakta mızıkçılık eden kavimlerin ve insanların haline bakmalıdır. Asasıyla denizi yaran ve içinden kavmini geçiren Peygamberlerinin mucizesi ile yetinmeyen, yetinemeyen bir topluluğun inancı taşıyabilmek bakımından ehil olduğunu söyleyebilir miyiz? Onlarda eksik bir taraf vardır; beş duyunun ve aklın doğruladığı mucizelere şahit olduğu halde, Allah'ın yolladığı soyut söz mesajını (mucizelerin müşahhastan mücerrede doğru evrilmesi) hazmedemiyor olmak, inançta geriliğin alametidir. Onlar hep görünür alametler istemişler, ama gönderilen görünür mucizelerin hiçbiri ile yetinememişlerdi; inançlarını da görünür sembol ve alametler üzerinden yürütmelerine rağmen, imanın en temel kriteri "gaybe iman" noktasında ehil dereceye çıkamadılar.

İnsanlar, gaybe iman etmek esasında tarihî bir değişikliğe uğramış olsalar gerektir; belki bir nevi manevi evrimdir bu; nitekim kronolojik sıraya bakıldığında Peygamberlere gönderilen mucizelerin giderek azalması ve neticede en soyut mucize saymamız gereken Kur'an'la en mütekamil biçimine kavuşması, bana bir manevi evrimin varlığını işaret ediyor. İnsan manevi bakımından, inanç altyapısı itibariyle olgunlaştığı için artık kozmik çaplı veya daha ufak ölçekteki mucizelere değil, bu defa sadece bir kitaba ve onun içindeki haberlere imanla teklif olunmuştur; bu sıralamada basitten mürekkebe doğru bir istikamet var.

Öyleyse "görünürlük" ihtiyacının aslında neye tekabül ettiğini, bir sonraki yazıda incelemeliyiz.