Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Reklamda iki yaşlı adam var, oturmuş televizyon seyrediyorlar. Seyrettikleri program her neyse bitmiş olmalı ki, ev sahibi durumundaki yaşlı (Eşref Kolçak), misafirine (Halit Akçatepe),

-E, artık gidersin, durmazsın herhalde, diyor; öteki ise işi biraz pişkinliğe vurup, "ne münasebet yau, mis gibi yer..." makamında bir cevap veriyor.

Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye bakışı aynen bu reklam filmindeki anafikire benzemeye başladı; sitemler imâya, imâlar serzenişe, serzenişler tahkire dönüşüyor yavaş yavaş. Nâm-ı hesabıma hayal kırıklığına uğramış değilim; veri okumayı bilen herkes, işin neticede "ne onlar alırlar, ne de biz gireriz" noktasına varacağını biliyor zaten; henüz o yere gelmedik ama yakındır.

Becerebilsek de Fransa'nın çıkarmayı düşündüğü o komik kanuna gülebilsek; "Ahlaksızlığı gülerek cezalandırıyoruz" meâlinde bir gülüşten bahsediyorum; hayır, biz sadece kendimizden bekleneni yapıyor ve karşı-kanun çıkarmaya bakıyoruz.

Demek ki Türk parlamentosundaki basiretin üst seviyesi, Fransız parlamentosunun basireti ile sınırlıdır. Her saçmalığa misliyle cevap yetiştirmek zorunda değiliz ki. Bir de müstağnî duruş var; muhatabı ilgisizliğin en yüksek derecesi ile ezmek, cevaba bile lâyık görmemek, yok gibi davranmak. Sokaktaki adamın, "Biz Osmanlı'nın torunuyuz" cümlesiyle sığındığı melce'dir orası.

Müstağnîliğin ne olduğunu bilseydik, AB ile ilişkilerimiz bu kadar nefis örseleyeci noktaya varmak bir kelime, başlamazdı bile. Geldiğimiz şu noktada bile benim şahsi düşüncem Avrupa Birliği'nin Türkiye'ye büyük ihtiyaç duyduğu (ve duyacağı) ve bizi birliğe almak için üste politik ve ekonomik rüşvet vermeye bile hazır bulunduğudur. İstiğna makamının hakkını veremeyişimiz yüzünden Avrupa Birliği'nin pek demode ve gecikmiş (anakronik) bir proje olduğunu bile doğru dürüst fark edemedik. Bize düşen, birlik yolundaki Avrupa'ya başarılar dilemek ve iyi komşuluk geliştirmek için gerekeni yapmaktı; o istiğnâ noktasına yükselemediğimiz için bu gibi olguları görmek mümkün olmuyor.

Karşı kanun çıkarmak bir tenezzüldür; çocukça bir çaresizliğin eseri; kat'iyyen tevessül edilmemeli, yanlışı başka bir yanlışla onarmaya kalkışmamalı!.

Lâkin, soykırımın lâfzı bile, bizim için psikolojik eşik mesâbesinde; değil resmen kabul etmek, velev ki üstüne tazminat bile ödesek AB denilen pinpon emekliler birliği nezdinden kabul görmeyeceğimiz açıktır. AB'nin ve onun yerli dostlarının 301. madde üzerinde niçin bu kadar ısrarcı davrandıkları herhalde bazı sadedilân tarafından sezinlenmektedir; 301. madde psikolojik bir eşik haline getirilmiştir ve hükümet, düvel-i muazzama donanmasının Çanakkale'de siperlerimize açtığı yoğun bombardımanı andıran entel salvolardan pek çabuk ürküp yılgınlık getirerek madde üzerinde yeniden durulabileceği mesajını göndermiştir. Ne var ki hükümetin AB politikası, maazallah "yangında ilk terk edilecek" siyasi araçlardan birini teşkil ediyor.

Okumaya niyeti olana alâmet çok: Güvenlik sektörünün parlamenter denetimi konusunda bağımsız ve sivil bir kuruluşun hazırladığı rapora ordunun gösterdiği orantısız tepkinin anlamını herkes bir kenara yazdı; merkezî bürokrasi, AB'ye tam üyelik halinde, alışageldiği "santrfor" mevkiinden vazgeçmek zorunda olduğunu iyi biliyor. Şu kadarcık hesap bile AB muhaliflerinin, hîn-i hâcette AB taraftarlarını rahatlıkla dövebileceğini göstermekte.

Bu vasatta dahi Avrupalı dostlarımızın yerli yersiz, "eh artık gidersin herhalde" yollu imâları, çocukça kanun taslakları ile Türkiye'yi aşırı tepkiler vermeye zorlamaları, esasen samimiyetsiz olduklarını gösteriyor. Bari anlayan çıksa!