Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhuriyetle idare edilen ülkelerde Cumhurbaşkanlarının bu kadar yoğun şekilde gündem işgal etmesi mûtad değil; Cumhurbaşkanları seçimle gelmiş krallar değildir; yürütme içinde yer almalarına rağmen pek çok uygulamada görevleri ve yetkileri semboliktir ve böyle olduğu için siyasi sorumluluk taşımazlar. Ne var ki AKP, ezici bir ekseriyetle iktidara geleliberi Cumhurbaşkanı -zâhir kendince iktidarı dengelemek için olsa gerek- gündemi kaplamaya başladı.

Türkiye'de gündem kaplamak zahmet istemez, profil gösterirsiniz büyük mesele olur; meselâ Ramazan günü naklen yayın esnasında su içmek gibi, Cumhuriyet resepsiyonunda davetliler arasında ayrımcılık yapmak gibi veya herhangi bir kanunu, "anayasada yerini bulamadım" gerekçesiyle reddetmek gibi veya durup dururken "akılla vahiy birbirini sevmez" cinsinden garip lâflar etmek gibi.

Türkiye'de varlık sebebini bu gibi "jest"leri alkışlamakta ve abartmakta bulan çevreler vardır; Fransız Jakobenlerinin meşhur "Vatan tehlikede!" alarmının zillerini çalarak oksijen alıp havaya karbondioksit salarlar; Cumhuriyet her daim tehlikededir, laiklik, sistem, yargı, anayasal nizam, o da kafi gelmezse "çağdaş hayat" ve emsâli şeyler; bunlar havai fişek veya barut fabrikası gibi yüksek risk ihtiva eden sektörler olarak sürekli tehlikeye açık dururlar. Vatan evlatlarının görevi zordur; biz gafiller geceleri horul horul uyurken onlar hep "uyanık" durmak zorundadır; uyanık ve zinde! Halbuki hiç uyumamak zindeliğe manidir; bu gibi hallerde görev nöbetleşe yürütülür: Bakınız şekil A'daki "ben yoruldum sen oyna" mealindeki "Ordu göreve" pankartı...

Cumhurbaşkanı, "uyanık ve zinde" güçlerin takdirinden başka kimselerin anlamadığı ve garipsediği tavırlar sergiliyor ve üstelik bu tavırları kendi uygulamalarıyla açık çelişki halinde. Galiba, birkaç sene kararsızlık dönemi geçirdikten sonra yakın zamanlarda bir fikri olgunluğa vâsıl olarak devleti cumhurdan korumak ve kollamak gerektiğine hükmetmiştir, hepsi o kadar. Kısacası üzerinde durmayı, ciddiyetle tahlil edilmeyi ve ardında derin mânâlar aramayı gerektirecek yeni bir durumla karşı karşıya değiliz; bu tavır tipiktir Türkiye'de. Nedense hep sol siyasetin iktidardan ümidini kestiği dönemlerde gündeme getirilen beylik nakaratlar...

Ne Cumhurbaşkanının tavırları, ne de ikide bir "vatan tehlikede" çığlığı kopararak toplumu hipnotize etmekle geçinen çevrelerin tekrarladığı baygınlık verici diskurlar aslında ciddiyetle ele alınmayı hak etmiyor; bu tavırların en ziyade tesirli olduğu yer, ciddiye alındıkları yerlerdir. İlmen, siyaseten ve realite itibariyle bu lâflar herhangi bir gerçeklik haline tekabül etmez. Mesela o günlerde kimse aksini iddia etmediği halde YÖK Başkanı'nın bundan bir süre önce, "akıl ve vahiy" uyuşmazlığı üzerine verdiği beyanatı hatırlayınız; ki söz konusu tahlil, felsefi açıdan lise seviyesinde bile bir kıymet ifade etmezdi ama nasıl olsa bu gibi garip çıkıntıları Türkiye'de ciddiye alan birileri mutlaka çıkacak ve kemâli ciddiyetle "hayır efendim, yanlış; öyle değil böyledir" diye izaha kalkışacak, bir kısmı ise izahlı cevap yerine öfkeden köpürecekti.

Tekrar etmekte fayda var: Bu garip tutum ve lâfların en tesirli olduğu yer, en ziyade ciddiye alındıkları yerdir.

Biz Türkler mesela hidroelektrik santral yapmayı çok hızlı öğrendik ama gülerek cezalandırmayı hâlâ bilmiyoruz; her cürmün, her fiskenin üzerine yeldir-yepelek seğirtip misliyle tepki vermek gerekmez; bazı hallerde "ilgisizlik", öldürücü, nefes kesici bir tenkid biçimidir ve bizde sol cenah, vaktiyle sağı işbu "kesin ilgisizlik" tavrıyla kompleksten iki kat etmişti.

İkinci ve en müessir eleştiri tarzı gülmek; sadece gülmek, hatta ona değil de başka bir şeye gülüyormuş gibi gülmek. Absürd bir sataşmaya verilecek en güzel cevap bu. Lakin gülmek insan soyunun en karmaşık mekanizmalarından biri: Ciddiyet serdetmek kolay, onu yapıyoruz zaten; gülmeyi beceremiyoruz.

Halbuki gülünecek işler bunlar; bir gülebilsek, millet olacağız!