Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Tümgeneral Taşkesen'in vakitsiz emekliliği, basınımızda birbirinden ilginç haber ve değerlendirmelere konu oldu.

11 Temmuz tarihli Vatan gazetesinin haberinde, paşanın bir kadın yüzbaşı ile gönül ilişkisi olduğu ileri sürülüyordu. Taşkesen ise olayı bir "dinci örgüt komplosu" olarak nitelemiş ve "Harp Okulu'nun kantininde bira içmeyi serbest bırakmam da dinci çevrelerin tepkisini çekti. Eşimle telefon konuşmalarımız bile kaydedilmiş. Benim laikliğe ve Atatürk değerlerine ne kadar bağlı olduğum biliniyor. Bu, sadece bana ve aileme karşı bir komplo da değil, benim üzerimden Türk Silahlı Kuvvetleri'ni yıpratmayı hedefliyorlar." demeyi tercih etmişti. Bunun üzerine bir haftadan beri konu üzerinde dudak uçuklatıcı, tüyler ürpertici, vahim ve vehham yorumlarla karşılaştık. Açıklamalar birbirini izledi: Genelkurmay, "biz dinlemedik, zaten telefon dinlemek bizim işimiz değildir ve bu iş için gerekli kabiliyetimiz de yoktur" dedi, ardından MİT ve Emniyet de "biz dinlemedik" beyanında bulundular. Basınımız da "o dinlemedi, bu dinlemedi; peki kim dinledi kardeşim?" sualini sorarak hayal gücünü çalıştırmaya başladı. Bu konuda en renkli fanteziyi 15 Temmuz'da Akşam Gazetesi genel yayın müdürünün kaleminden okuduk. Sayın Turgut, telefon dinleme olayının devlet içinde kurumlar arası bir tepişmeden kaynaklandığını ileri sürerek "Pis kokular geliyor" başlığı altında şöyle bir yorumda bulundu:

"... Onu kimin dinlettiği, neden dinlettiği henüz belli değil ama yapılan imalı açıklamalar, belirsizlikler olayın hayli önemli devlet içi çatışmaların sonucu olabileceğini gösteriyor. Hele de Tümgeneral'in "Orduyu dinletenler var" diyerek dinleyenlerin polis olabileceğini ima etmesi ve dahası polis içinde bir örgütlenmeyi işaret etmesi, Başbakan'ın ordu ile hükümet arasındaki gerilimleri azaltma yolundaki çabalarını yoğunlaştırdığı bu dönemde, bu çabalara hayli sert darbe vurabilecek bir gelişmedir. (...) Bu son olayın Şemdinli'nin devamı olarak bazı çevrelerde yorumlanması da bu kuşkuları güçlendirmektedir. Olayda hiçbir şey henüz daha net değildir ve netleşeceği de şüphelidir çünkü devlet içinde yaşanan bir gelişme söz konusudur burada. (...) Bu ülkede devlet içinde bir gerilim bir süreden beri yaşanmaktadır, daha açık söylemek gerekirse; ordu ile polis arasında güç kavgası yaşanmaktadır. Daha spesifik olarak polis içinde genelde Fethullahçı olarak nitelendirilen bir örgütlenmenin olduğu kulaklara fısıldanmaktadır. Bunun söylentisinden bile ordunun rahatsızlık duyduğu bilinmektedir. Tüm bu söylenti ve imaların sonunda devlet içi bir istihbarat savaşı ne yazık ki başlamış görülmektedir. (...) Başbakan bu konuda soğukkanlı olmalı ve olayda tarafmış görünümü katiyen vermemeye dikkat etmelidir. Yoksa olay tamamen kontrolden çıkabilir. Ama asıl görev devletin başı cumhurbaşkanına düşmektedir. O, bu konuda son derece aktif olmalı ve devlet içinde disiplini tekrar sağlayarak, devlet içi savaş görünümünü hemen ortadan silmeye çalışmalıdır."

Halbuki aynı gün bir başka genel yayın müdürü, Hürriyet'te, titiz bir haberci sezgisi ile tam tersi bir hüküm geliştiriyordu. Ertuğrul Özkök'ün yorumu şuydu: "Büyükanıt, kendisiyle aynı dünya görüşünü paylaştığı ısrarla söylenen bir komutanın 'ipini' niye çeksin? O zaman bu olayın, Taşkesen'in iddia ettiği 'ideolojik komplo' dışında bir nedeni olmalı. Benim yorumum şu: Taşkesen, bu olaya, gerçekleri hayli aşan ideolojik bir görünüm vermeye çalışıyor."

Konu hakkındaki en mâkul haberi dünkü Milliyet'te okuduk: Paşa'nın telefonlarını kimse dinlememişti; bilakis, vaktiyle gönül ilişkisi yaşadığı "sivil bir kadın", günün birinde lazım olur fikriyle ve kendi imkanlarıyla görüşmeleri kaydetmiş, lâzım olunca da kayıtları Genelkurmay'a göndermişti!

...

Sizin de kulağınıza "güm!" diye bir ses geliyor mu?