Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Geçenlerde bir arkadaşın lehine neticelenen bir mahkeme kararı okudum; arkadaş tedirgindi. Ona göre kararın son paragrafı pekâlâ aleyhine de yorumlanabilirdi. Tekrar okudum ve hak verdim. İlk okuyuşta davacının lehine tecelli ettiğini sandığım karar, tam aksi yönde anlaşılabiliyordu.

O anda başımdan aşağı bir kazan kaynar su dökülmüş gibi oldu: Hukuk dili, dilin, en yüksek ve kesin tarzda ifadeye kavuştuğu, kayalar gibi metîn ve aşınmaz bir üslup sahasını teşkil eder. Cemil Meriç bu yüzden "üniversite" kavramını eleştirirken hukuk fakültelerini ayrı bir yerde değerlendirme ihtiyacını hisseder ve Medenî Kanun'un lisanen Mecelle'nin üslubunu devam ettirdiği gerekçesiyle hukuk eğitiminin, diğer branşlara göre daha şanslı olduğunu ileri sürer. Zehî hayâl-i muhâl! Daha yetmişli yıllarda fakültede medeni hukuk dersi okurken elimize tutuşturulan H. V. Velidedeoğlu'nun "müsennâ", yani simetrik kanun tercümesi, bugün ürünlerini veriyor.

Bir karar cümlesini yazarken, okur-yazar insanlarda "lehte mi aleyhte mi" tereddüdünü uyandıracak kadar muğlak bir ifade tutturmak, hiç şüphesiz ancak tahsil ile elde olunabilecek bir meziyettir! İşte o karar cümlesi ki, Türkçenin bugün içinde bulunduğu zaafiyeti dramatik bir netlikte aksettiriyordu.

Elbette bu zaafiyet bütün hakimlere teşmil olunamaz ama bugün "hukuk dili"nde bir büyük problem yaşadığımız açıktır. Bu hukuk diliyle mahkemeler işliyor gibi görünebilir, buna itiraz etmem fakat aynı dille hukuk literatürünü geliştirmek, hukuk felsefesinde derinleşmek, bir "code" inşa etmek imkânsızdır. Temel kavramlarla oynamak, sosyal ilmin her şubesinde olduğu gibi hukukta da intihardır. Bilinen kavramların yerine, "yalınlaştırılmış" karşılıkları konulmakla hukuk edebiyatını (literatür) millileşmez. Esasen hukukumuzun bugün mer'iyette bulunan kodları, milli değil Batı menşe'lidir. Öyleyse hukuk dilini yalınlaştırmak, ayrıca bir fayda temin sağlamadığı gibi esasta hamasi bir milliyetçilik gayretinden fazla bir şey ifade etmez.

Cumhurbaşkanımızla Yargıtay Başkanımız farklı fikir içtihatlarına rağmen dil tercihinde birleşiyorlar. Sayın Sami Selçuk'un dili, hukuk lisanımızın nasıl mesnedsiz ve muhayyer olduğundan zengin misaller gösteriyor. Sayın Selçuk da, dilin, özellikle hukuk dilinin yeni kelimelerle kolayca "çağcıllaşabileceği" inancıyla lisana ikinci derecede önem atfetmek hatasından kurtulamıyor bana göre. Mesela bir hukuk düsturunun altını çizmek gereği hissettiğinde, sanki icbar eden varmış gibi düsturun Latincesini parantez içinde kaydetmek (1) lüzumunu hissediyor. Zira aynı ibarenin kendi Türkçesiyle ifade ettiği şekli ona tatminkâr görünmüyor ve bu endişesinde ona hak veriyorum. Aynı sayfada temel hukuk kavramlarından söz ederken kavramların Batı dillerindeki yerleşik karşılıklarını parantezde göstermekten kaçınamıyor. Bu ihtiyaç sahihtir çünkü hukuk dili, istenmeyen anlamlara kesinlikle kapalı bir netlik (vuzuh) arayışındadır. Batı dillerinde bu ihtiyaç anadil metanetine ilaveten Roma Hukuku'nun ana kavram ve düsturlarıyla gideriliyor; ya bizde? Heyhat: Mecelle'yi gülünç bulanların sığınabileceği en sağlam tutamak yalın veya arı dil değildir; zira bu dilin lügati yok. Lügati olmayan dille sadece hukuk değil, sosyal ilimlerin herhangi bir şubesinde mânâ ifade eden bir paragraf teşkil etmek mümkün değildir.

"Dil öğrenmek, hakikatte kültürü öğrenmektir" diyor bir düşünürümüz; o yüzden anadili öğrenmek bile, bitmek bilmeyen bir süreçtir. Dil devriminin yıktığı dil, bir kültür bütünlüğüne sahipti; en azından muntazam ve muazzam bir lügati vardı. Bir dilin lügatini yapmak, o dilin kültür kodlarını tesbit etmektir. Yalın ve arı-duru dilin lügati yok; çünkü istinad edebileceği, kendi içinde tutarlı ve birbirini "tahkim" eden bir kültüre atıfta bulunamıyor bu dil. Tercümelerin bu kadar berbat görünmesi size de garip gelmiyor mu?

Arı-duru Öztürkçenin gösterdiği kaçınılmaz istikamet bizatihi İngilizcedir; esasen yolu yarıladık bile!

(*) Bu misali, Sayın Sami Selçuk'un, Yeni Türkiye Yayınları tarafından neşrolunan "Türkiye'nin Demokratik Dönüşümü" isimli son adli yıl konuşmasından aldım (meselâ s. 99, 100, 111, 126, 143 vb.). Bu metni, yukarıda belirtmeye çalıştığım gerekçelerle trajik bulduğumu söylemeliyim.