Güzellik diye bir meselemiz olsun

Her güzelliğe bir sahip iliştirmek, nesebini aramak huyundan vazgeçmemiz lâzım; bazı güzellikler anonimdir veya tek unsura ircâ edilemeyecek derecede fazla miktarda katkıyla ortaya gelmişlerdir.

Güzellikten ne anladığımızı sorgulamamız lazım bu noktada. Süsten, bezemeden, her ayrıntıyı nakışlamaktan, mübalağalı zenginlik gösterilerinden bahsetmiyoruz elbette; ekmek yerine pasta yenilmesini de kasdediyor değiliz fakat yanında katık olsun olmasın, ekmeği dilimleme tarzı bile güzellik anlayışından bir boyut aralamaz mı?

Parayla elde edilebilen güzellikler değil maksat; gücümüzün yettiği, zaten tasarrufumuz altında olan şeylere bir güzellik unsuru ilave etmek, çoğu zaman ayrıca masraf etmeyi bile gerektirmez. Tabaktaki üç dilim haşlanmış patatesin kenarına iki halka soğan, bir parça kırmızıbiber ve üstüne minik bir maydanoz dalı ilâve etmek, bir ev hanımının az ve iyi seçilmiş eşya ile evini şirinleştirebilmesi gibi bir şeydir bu.

Güzel giyinmeyi ele alalım; şıklığı, giyimde güzelliği markalı, pahalı şeylerde aramak zorunda değiliz. Temiz, ütülü giyinmek, renk âhengine titizlenmek ek masraf gerektirmez; belki bir başka türden gayret ve dikkat gerektirir.

Akrabâdan bir ağabeyimiz vardı meselâ; güzel giyinirdi. Koca şehir çamur deryasına gark olsa, akşam eve geldiğinde pantolon paçasında veya pırıl pırıl boyalı ayakkabısında çamur lekesi görülmez, giyeceklerinin ütüsüne ve temizliğine itina gösterirdi. Evet, şeklî bir unsur fakat kabul ediyorum, ben hiçbir zaman onun kadar ‘güzel' giyinmeyi başaramadım.

DİN VE SANAT İLİŞKİLERİ KOLAY ANLAŞILMAYACAK KADAR GİRİFTTİR

‘Dünyanın en güzel köyü' yazısının uyandırdığı tepkileri ele almaya devam edelim: Bir okuyucum, herhalde yanlış anlamadan ötürü gücenmiş, “İslam medeniyetinden doğan güzel mimariyi Hıristiyanlığı övmek anlamak, yaklaşmak anlamında nasıl da hemen unuttunuz” diyor ve şöyle mânidar bir dokundurmayla tamamlıyor sözünü: “İslâm kompleks sebebi değildir.”

MİMAR SARKİS LOLE VE DAHA NİCELERİNİN KATKISI UNUTULABİLİR Mİ?

Güzellik kavrayışını dine veya içinde doğup öğrendiğimiz medeniyete hasr etmek doğru bir yaklaşım biçimi değil. Güzellik kavrayışı farklı olabilir fakat bu dinlerarası mukayeseye konu teşkil edecek bir unsur değil.

İşte Mardinli bir okuyucumun, Mehmet Uca'nın, hiç üşenmeden tâ New York'tan düşüncelerini paylaştığı değerlendirme mektubu din ve medeniyetle güzellik arasındaki bağlar konusunda önemli tesbitler ihtiva ediyor. İşte mektuptan bir bölüm:

“Ben 40 yıldan daha uzun bir süredir New York'ta yaşıyor ve Osmanlı'nın son 70 yılı ile Cumhuriyet'in ilk dönem tarihini anlamak için sürekli okuyorum. Aslen Mardinliyim. Mardin'in estetiğine en büyük katkıda bulunan (Ve Mardin'i son yılların güzel, ziyaret edilecek şehir haline gelmesini sağlayan) taş binaların büyük kısmının (buna cami minareleri de dahil) mimarı, Mimarbaşı Sarkis Lole idi. Sarkis Lole ailesiyle birlikte 1915'te katledildi...

Biz Müslümanlar, Hıristiyan komşularımızı [Medeni meselelerde] iki adım geriden takip ederdik. Şehrimiz o şekilde medeniyeti sürekli takib eder, yakından yakalardı. İslam Anadolu İslam'ı idi. Hoşgörülü, Mevlânâ'yı Peygamber seviyesinde tutup, saygı ve sevgi duyan bir İslam'dı.

Devletin çok kıskanç bir şekilde dini denetim altına alması, dinin daha az değil, ama daha çok politize olmasına sebep oldu...”

Bu mektup, ilkindeki yanlış anlamayı düzeltiyor aslında.

Doğrusunu söylemek lâzımsa, bu gibi ayrıntılara ilgi duymakla beraber Mimar Sarkis Lole adını hiç duymamıştım. Kısa bir araştırmadan sonra mahcup oldum. Mardin'in geleneksel sivil mimarlığı tarzındaki evler hariç neredeyse şehirdeki belli başlı bütün binalar bu mimarın kaleminden çıkmış. Tam listesini merak edenler internette kolayca bulabilirler.

MARDİN BİR ‘ORTAK MİRAS' ESERİDİR

Şimdi sakin kafayla, ‘komplekse filan kapılmadan' bu bilginin anlamı üzerine konuşalım biraz.

1- Mardin, birbiriyle nefes kesici güzellikte ahentar taş yapısıyla bir İslâm sanatından kendisine mahsus nefis örnekler gösteren bir şehirdir.

2- Mardin sadece Müslümanların katkısıyla güzelleşen bir şehir değildir ama Müslüman olmayan Mardinliler de şehrin güzelliğine büyük katkı yapmışlardır.

3- İslâm sanatı, dar anlamıyla ‘Müslümanların yaptığı sanat'tan ibaret değil. Bu kavramın içinde asırlarca aynı mekânı paylaşmış ve onu zenginleştirmiş başka dine ve etnisiteye mensup insanlar ve onların kültür birikimi de var.

4- Türkmen büyükdedelerimiz Anadolu'ya gelip yerleştiklerinde burada, çoktan beridir ekol haline gelmiş ve asırlar içinde tabii dengelerini bulmuş önemli bir mimarlık mirasıyla karşılaştılar; bu miras hem sivil hem de kamuya ait binalarda çok etkileyici bir tarzda varlığını hissettiriyordu. Dedelerimiz, bizim kadar kompleksli, vesveseli ve (hadi kabul edelim) bizim kadar ‘Milliyetçi' olmadıkları için bu önemli kültür ve mimarlık mirasından yararlanmak yoluna gittiler. Sadece Ermeni veya Rum mimar, dülger, sanatkâr, nakkaşların emeğinden yararlanmakla kalmadılar bu önemli mirasa zamanla İslâmi ve Türk katkısı eklemeyi de aklettiler. Bugün varlığıyla övündüğümüz fakat uzak köklerini pek bilemediğimiz ‘milli ve mahalli mimarlığımız'ın ardında işte böyle bir kompozisyondan renkler taşıyor.

5- Bu mirası bânisinin veya mimarının, dülgerinin dinine, soyuna bakarak damgalamak yerine binanın güzelliğine dikkat kesilerek değerlendirmek en akıllıca ve insâni yoldur. Mardin'in kendine mahsus, hatta eşsiz mimarisine ille de bir nesep aramak yerine onun güzelliğini farketmek, anlamak, sahiplenmek ve kadrini bilmek yetişir.

ECDÂDIN ‘YANAŞMA'SI GİBİ KALIYORUZ SANKİ...

Her güzelliğe bir sahip iliştirmek, nesebini aramak huyundan vazgeçmemiz lâzım; bazı güzellikler anonimdir veya tek unsura ircâ edilemeyecek derecede fazla miktarda katkıyla ortaya gelmişlerdir.

Güzellikte ‘milli olan'ın izini sürmek de pek hayırhah bir yol değildir; bilakis ‘milletçe' takib edilmesi gereken yol, nesebini pek didiklemeden güzelliğin farkına varabilmek, zihni, gözü, eli, kulağı ve kavrayışı bu meseleye karşı hassaslaştırabilmektir.

Dünyanın en güzel köyü başlıklı bu küçük müzakereyi şimdilik şu ara hükümle noktalamayı teklif ediyorum: Dedelerimiz şüphesiz bizden daha zevkli ve dünya mirasından yararlanmayı içlerine sindirebilmiş adamlardı; lakin biz torunları olarak onların zihnî miraslarını bırakanız anlamayı, doğru dürüst kataloğunu bile yapamadığımız için estetik mevzularda onların ‘yanaşması' gibi kalıyoruz biraz.


Kaynak (Arşiv)