Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hukuk devletinde yargı kararı nihai karakter taşır.Kesinleşmiş mahkeme kararı, neredeyse nass derecesinde hürmete layık bir mahiyete bürünmüştür; başka türlüsü düşünülemez zaten. Mahkeme kararı bir yanıyla kamu hukukunun, diğer çehresiyle toplum mutabakatının ve akl-ı seliminin en süblime tecellisi sayılıyor. Bütün tartışmaları sona erdirmesi beklenen bir akl-ı selim tecellisi!

Böyle midir; hayır, bu tahakkuku murad edilen şeydir; teori ile pratik arasındaki fark yani. Hukuk adamlarından beşerüstü davranmasını beklersiniz. Diğer taraftan hukuk mevzuatını da, hukuk adamlarını beşerüstü davranmaya yakınlaştıracak derecede biçimlendirmeye gayret edersiniz ama insanın hudutları vardır. O hudutlara dokununca yeniden teorinin mükemmelliğine güven tazeleme ihtiyacı belirecektir: Hukuk devletinde yargı kararı, nihai karakter taşır vb...

Orta sınıf romancının biri Türklüğe hakaret etmiş; iş mahkemeye intikal etti. Gazeteler mütemadiyen adamdan bahsediyorlar; işin can alıcı noktası bu işte. Cami duvarına hakaret edilince gazeteci mantığına göre haber, müddeiumumi bakışına göre cürüm ortaya çıkıyor ister istemez. Eylemi yapanın muradı da hakikatte bu ise ne olacak? Gazetecinin haber heyecanı ile beraber savcının cürüm isnadı da istismar edilmiş olmuyor mu?

Aynen öyle oluyor! Hesaplı kitaplı beyanlar bunlar, darbe etkisi hesaplanmış, tahrip ve hakaret dozajı düşünülüp tartılmış sözler. Bu sözlerin hür vicdanın sesi olduğuna ve gayri ihtiyari bir itiraz çığlığı halinde hançereden koptuğuna dair bir samimiyet işareti göremiyoruz. Türklüğe hakaret! Bir kısım hukukçu, 'AB hukukunda böyle cürüm yok, ayıklama esnasında bu posa nasıl unutulmuş' diye hayret ediyor.

Türklüğe hakaret maddesi, ne yazık ki pratikte Türklüğe hakaret edilmemesini temin etmiyor, ne garip tenakuzdur ki Türklüğe hakaretin cürüm sayılmasından neticede en ziyade Türklük muazzeb oluyor. Birisi çıkıp, 'Türkler bir milyon Ermeni, 30 bin de Kürt kestiler' deyince mer'i hukuk, 'vay sen Türklüğe hakaret ettin' diye suç isnadına başlıyor; mesele hızla siyasileşiyor, kırda-bayırda bile tartışılmaya başlanıyor ve AB komiseri olacak zat romancıyı evinde ziyaret edip, 'abi şu kitabını bana imzalasana' diye ricada bulunup sarım-gülüm havalarına giriyor. İki gün sonra mahkeme, 'al sana ceza, lakin iyi halinden ötürü paraya tebdil ettim, bir daha yapma' diyecek, AB taraftarları, 'böyle cürüm olmaz, tiz kaldırılsın' diye kampanya açacaklar. Tam Nobellik hava. Personele küt diye bir de Nobel sıvarlarsa seyreyle tantanayı!

Yazıyı yeniden okudum, üslûbum gittikçe malayanileşmiş; üslûb tutmuyor ki bu meseleler. Şöyle vaktinde, tadında ve kararında sarf edilmiş bir 'hadi ordan be salak!' i'tabının te'sirini, elli defa mahkemeye versen yapamazsınız bazen. Bazılarını ciddiye almak felaketin en büyüğüdür, nerde kaldı ki söylediklerinde hakikat payı olsun veya olmasın.

Şimdi devir böyle; Ramazan günü balık lokantasında kifaf-ı nefs eylenerek hâlâ hürriyet ve adalet mücadelesi yapılabiliyor günümüzde. Jöntürk geleneğine uygundur efendim. Merak edenler okuyup öğrensin; biz II. Meşrutiyet'te Meclis-i Mebusan ve Ayan reisi yaptığımız İngiliz Ali Bey'in mahdumu Ahmet Rıza Bey'in çehre-i hakikisini öğrenmek için de çok yüksek bedeller ödemişizdir.

Hukuki mütalaaları bilmem; böyle birisi, aklına eseni söylediği için ezkaza günün birinde Nobel bilmem ne alacak olursa, bunu Türklüğe en büyük hakaret saymayanın aklına şaşarım; böylelerine verilecek en güzel ceza duymazlık ve görmezlikten gelmekten ibarettir ama o basîreti tertîl ile güdecek raison d'Etad nerededir?