Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

ABD Dışişleri Bakanlığı'nın insan hakları raporu eğlenceli gelişmelere sebep oldu. Çin, mezkûr raporu sert dille eleştirdikten sonra kontratağa kalktı ve ABD'nin yol açtığı insan hakları suçlarını listeleyerek demediğini bırakmadı. Raporu yayınlayan bakanlığın başında Condelisa Rise gibi siyâhî bir güzelin bulunmasına aldanmamalı; ABD'de siyahîler, beyazlardan 7 kere daha fakirmiş, lâtinler ise beyazlarla siyahların ortalarında bir yerde.

Akabinde Kıbrıs'taki Rum yönetimi de mesele zülf-i yâre dokunduğu için rapora homurdananlar zümresine ilhâk ediverdi. Rapor'un Türkiye'yle ilgili faslında biz en çok Aleviler'in sayısını tartışmaya değer bulduk. Amerikalılar 7-9 milyon gibi bir tahminde bulunmuş. Alevi teşekkülleri, "ne münasebet" diye ayağa kalktılar; bizimkilerin tahmini 15'le 25 milyon arasında değişmekte. Bu gibi rakamlandırma heveslerine bayılıyorum; müşterek aidiyetleri de hesaba katmamıza rağmen hepsini üst üste koyduğunuzda toplam nüfusu birkaç kere geçiyor da!..

İnsan hakları "edebiyatı"nın, yeni dünya düzeninde galiplerin ve güçlülerin retoriğini teşkil ettiğine bu vesileyle bir daha işaret etmeliyiz. "Kötü polis"in savcılıktan aldığı ev arama iznine benziyor bu. Görünüşte meşrû, hatta son derece insânî ve ahlâkî maksatlara yönelmiş gibi durmasına rağmen fiilen bir hükümranlık, hatta ABD raporunda açıkça görüldüğü üzre keyfîlik belgesi yerine geçiyor. Etiyopya veya Arnavutluk hükümetinin veya bu ülkelerde faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşlarının dünya ülkelerini insan haklarına riayet açısından yıllık değerlendirmeye tâbi tuttuğunu düşünelim; tasavvurunda bile mizâhî bir çeşni var bu fikrin. Meseleye mizah boyutunu katan, faraza, Uganda Dışişleri Bakanlığı'nın insan hakları raporunda yazılı şeylerin, bir haddini bilmezlik örneği teşkil etmesinden ziyade doğruluğundan kaynaklanacaktır. Öyleyse bu tip raporlaşmalarda anlamı güçlendiren şey, gerçekten ziyade politik üstünlüktür. Ziya Paşa bu nükteyi bir asır önce nazma çekmişti, "Milyonla çalan mesned-i izzette serefrâz / Birkaç kuruşu mürtekîbin cây-ı kürektir". Lugât karıştırmayı sevmeyenler için beytin edebî lezzetini şöyle sulandırabiliriz: "Büyük miktarlarda hırsızlık edenler, şerefli mevkilerde alnı açık ve ne kadar onurlu olduklarından şüphe duyulmaz bir güven hissiyle bulunurlar; hırsızlığı ufak çapta yapanlar ise cezalandırılmaktan kurtulamazlar". (Eski Türkçe'nin "îcâz" özelliği böyle bir şeydir; iki satırlık beyti, bir paragraflık lâfla izaha yeltenseniz bile kıvamını tam tutturamazsınız.)

Sadedden ayrılmayalım; bazı saf gönüllüler insan haklarını hâlâ, insanlık düşüncesinin son ve en yüce merhalesi gibi bir şey zannediyorlar; keşke öyle olsaydı ve keşke insanlar sözün gücüne bu derece itaat etmeyi öğrenebilselerdi. Tarih boyunca "Söz"ün başına gelenler acıklıdır; aynı söz uğruna birbirine kasdeden hasımlar vardır meselâ, "söz"ü mânâ ve muradının aksine kılıç gibi sallayanlara şahid olursunuz. Allah'ın âyetleri bile, insanın sözü çarpıtma ve kendi muradına uydurma gayretlerinden kurtulamamıştır; liberallerin âmentüsüne sıra gelince kadar...

Güzel gözle bakar, hüsn-i nazar ederseniz, insanlığın anayasasıdır o. İnsan hakları bu bakımdan güzel bir söz yığını; ömründe "gerçek din"in râyhâsıyla temas etmemişler için pekâlâ eli yüzü düzgün bir din. Üstelik, hiçbir ilâhi kaynağa atıfta bulunmuyormuş gibi görünmek bâbında câzibesi bile var; seküler ahlâkın asgari müşterekleri, insan hakları edebiyatında içtimâ halinde. Teorik makyajı tamam haspanın lâkin ne vefâsı var, ne de nâmusunu muhafaza edecek bir müeyyidevî gücü.

Kapanın elinde kalıyor; az önce bu hâli mizâhî diye nitelemiştik, hüzünlü demeliydik. Hüzün sıfatı, milletlerarası hukuku en iyi tarif eden kelimedir belki de.