Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Akşam aşıp gidiyor / Fikrim şaşıp gidiyor / Ela gözlü sevdiğim / Dağlar aşıp gidiyor" diye başlayan Kayseri türküsü, "amaan keklik" nakaratıyla devam ediyor. Bu türkü sözlerindeki "aşmak" ve "şaşmak" fiilleri, dikkat buyrulursa "zengin" kafiye teşkil etmekteler.

Zengin ve aşmak kelimeleri yan yana gelince, insan ister istemez, "zengin arabasını dağdan aşırır, fakir düzgün yolda yolun şaşırır" sözü geliyor. Lâf türküden açılmışken, "Aşamadım Bergama'nın ilinden / Kahve içerken fincan kaydı elimden" mısralarını hatırlamamak mümkün mü? İlk mısra ile ikincisi arasında bir mânâ bağlantısı yok ama türküler de biraz hayata benzer, mantığın zorlandığı anlar vardır; meselâ adam Bergama'nın ilinden aşmış olsaydı, ikinci mısra var olabilir miydi?

Devam edelim: "Eğil dağlar eğil üstünden aşam / Yeni tâlim çıkmış varam alışam" türküsündeki "aşmak" temennisi hicrânı ifâde ederken "Ayaş yollarından aştım da geldim / Boyunu boyuma ölçtüm de geldim" türküsünde görüldüğü gibi aşmak istediği menzili bir punduna getirip aşanlar da yok değildir.

Bir de "zaman aşımı" vardır ki, bununla ilgili şarkı, türkü sözü veya mâni bulabilmiş değilim; eski dilde "mürûr'üz zaman" derlerdi. Gençlere bu hukuk kavramını izah etmek için ambalajlı gıda maddelerinin üstünde bulunması gereken "son kullanma tarihi"ni örnek verebiliriz; son kullanma tarihi geçmiş ürünler zaman aşımına tâbi oldukları için satılamazlar; ama siz ille de daha dört başı mâmur bir tarif isterseniz arz ediyorum: "Zamanaşımı, yasada öngörülen belli bir sürenin geçmesiyle davayı ve cezayı düşüren bir nedendir. Zamanaşımı, dava ve ceza zamanaşımı olarak ikiye ayrılır. Dava zamanaşımı belli bir sürenin geçmesiyle ceza davası açılmaması, dava açılmışsa açılan davanın düşmesi sonucunu doğurur. Ceza zamanaşımı ise kesinleşmiş ceza mahkumiyetinin yasada öngörülen süre içinde yerine getirilmemesi durumunda, mahkumiyeti infaz edilemez hale getirir."

Anlaşılmayacak bir şey yok; son derece berrak bir tarif ama şekil A'da olduğu gibi esrarengiz meseleler karşısında ne kadar işe yarar bilemem; "erbâbı" bilir.

Diyelim ki dükkândan bir paket süt aldınız; bakkal, paketleri soğutucu vitrine dizdi; müşterinin biri de gelip paketlerdeki son kullanma tarihi etiketini farklı bir etiketle değiştirerek sütü zamanaşımına uğramış gibi gösterdi. Siz de bu paketi satın aldıktan sonra evde tarihine bakıp bakkalın sizi aldattığına hükmettiniz; ne olur?

Çok şey olabilir ama bizim buralarda olacağı şudur; süt çürür!

Kabul ediyorum bu pek iyi bir örnek olmadı; aslında zamanaşımı kavramını çok daha iyi izah eden bir hadise var aklımda ama nedense bir türlü hatırlayamıyorum; biraz zihninizi zorlayınız, günün gazetelerini elden geçiriniz; duruma uyan en iyi örnek neyse biliniz ki odur işte.

"Olmuyor ama, yazar görevini okuyucularına yüklüyor; neyse açık-seçik yazınız ki bilelim" diyeceksiniz; demeyiniz. Bunlar izâfi meselelerdir; meselâ zaman her yerde aynı hızda akmaz, bazen çok hızlı geçer, bazen duraklar. Kenardaki gözlemciler zamanın nasıl aktığı, veya "aştığı" konusunda esaslı fikir sahibi olamazlar. Nitekim şair buyurmuştur ki,

"Şeb-i yeldayı müneccimle muvakkıt ne bilür;

Mübtelâ-yı gâma sor kim giceler kaç saat?"

O bilmez, bu bilmez; peki kim bilir zamanın nasıl aşıp gittiğini? Aslında kimse bilemez, çünkü zaman olduğu yerde durmaz, değişir. Bu arada bizim hadiseyi nasıl gördüğümüz, ne mânâ çıkardığımız, nasıl anladığımız hiç ama hiç önemli değildir.

Bir maçta en doğru saat hakemin saatidir.