Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Yeşilçam sineması ne zaman tarihi film yapmaya kalkışsa ortaya dramadan ziyade karikatüre meyyal bir şey çıkıyor.

Mesele tarihi filmlerde kullanılan dekor, aksesuar filan gibi ayrıntıların eksikliği, garibanlığı ile izah edilemez; daha ziyade mantalite noksanı: Rejisörden kameracıya, aktörden figüran kalabalığına, ayrıntıları hesaplayan sanat yönetmeninden ışıkçıya ve dublaja kadar teselsül eden bir zincirleme zihniyet zaafı söz konusudur. Aynı zaaf, konusu yaşadığımız zamanlarda geçen hikayelerde de kendisini hissettirir. "Yerli film" dediğimiz klişe, işte bu zaafın baharatlandırdığı ve bize dair bir çeşni kattığı özel bir halitadır. Yeşilçam sinemasının bütün ürünleri, muhtelif dozlarda dâsıtânî nitelikler taşımak endişesindedir. Sıradan veya en olmayacak aşk hikâyelerine destan lezzeti katarken aşırı hissilikle karikatür arasında bir kıvama erişmek şüphesiz millî bir haslettir ve bizi tarif eden bir şeydir.

Ben Yeşilçam sinemasını severim ve onu Türklerin XX. yüzyılda evrensel kültüre armağan ettiği en mühim değerlerin başında görüyorum; filmin henüz jeneriğini seyrederken olayların gelişimini ve hatta finalini bütün dramatik aksiyon ve repliklerle beraber tahmin etmek hoşuma gidiyor; kötülerin hep cezalandırılması, iyilerin ve sevenlerin ödüllendirilmesi de cabadandır.

Yeşilçam sineması ile yaşadığımız hayat arasında, küçücük bir benzerlik dışında önemli farklılıklar var; evvelâ farklılıklar: Bizde henüz kötüyü cezalandıracak bir toplumsal vicdan teşekkül edemedi; yerli filmlerde kötülerin hükümranlığı tam ortalarda yükselmeye başlar ve finale doğru zirveye tırmanır ama biliriz ki on dakikaya kalmadan hak tecelli edecek ve kötüler cezalarını bulacaklardır; bu ferahlık hissiyle kötülerin gittikçe yükselen şirretliğini sabırla izler ve neticede adaletin yerini bulmasıyla ferahlanırız. Hayatın paylaştığımız kısmında kötülerin cezalandırıldığına henüz şahit olmadık. Daha fenası iyiyle kötüyü birbirinden ayıracak kıstaslarda ittifakımız yok. Bu vâkıâya "hakikat burkulması" dersek isâbet etmiş olur muyuz? Hakikatin sanal yollardan inşâsı, bugün çok kârlı ve dev bir endüstri haline geldi ve bu şüphesiz hakikate duyduğumuz ihtiyacı körleştiriyor. İnsanın hakikate nisbeti felsefî bir düzlemde açığa çıkar. Tarih, "geçmişte tam olarak ne olduğu" sorusuna cevap aradığı için bütün ilimlerin anası sayılır. Tam olarak ne olduğunu ve ne olmakta olduğunu merak edenler, meraklarını gidermek için bu işe uygun araçlar kullanmaya ve bu araçları geliştirmeye mecbur kalırlar. İşte bu nükteden bütün ilimlere açılan bir kapı vardır. Eğer, "tam olarak ne oldu veya oluyor" suali, gerçek bir ihtiyaç olmaktan çıkmışsa hakikatle nisbetimizde ârıza var demektir.

Meseleyi bu noktada felsefe ile lisan arasındaki ilişkilere giderek derinleştirmek mümkün. Geçiyoruz; geçici hüküm: Hakikatle nisbetimizle mühim ârızalar var ve bu yüzden kötüleri cezalandırmakta beceriksiz davranıyoruz. Cuma hutbelerinde sık tekrarlanan bir dua vardır: "Hakk'ı Hak bilip Hakk'a ilticâ ve bâtıl'ı bâtıl bilip bâtıl'dan içtinâb", yâni iyiyle kötü, doğruyla yanlış, faydalıyla zararlı arasında tefrik ve temyiz kabiliyeti; bu kabiliyetleri zedelenmiş bir heyetin demokrasi ikliminde fazilet üretmesi ne kadar mümkün olabilir?

Benzerliğe gelince muradı anlatmak daha kolaylaşıyor: Bizim yerli filmlerin en güçlü tarafı dramatizasyondan ziyade karikatürize etmektir. Eskisi gibi kostümlü tarihi film çekilmemesine bir mim koyarak belirebiliriz ki hiçbir rejisör, "bir tarihi film yapayım ama karikatür tadında olsun" hesabıyla ekibine "motor" emri vermemişti. Destânî hikâyeleri karikatüre çeviren şey, kendiliğinden hâsıl olan bir kimyâ idi. Realize etmekteki başarısızlığımızın hafif karikatür tarzında tecelli etmesine kısmen memnun olabiliriz; gülümsemek, endişelenmekten iyidir çünkü.

Biraz misâl versek iyi olacak; 2001'deki Şubat krizini bütün hakikatiyle algılayamamış olmanın neticelerinden biri, Kemal Derviş'in azımsanmayacak bir güç jeneratörü sıfatıyla ve âlâ"yı vâlâ ile CHP'ye girmesi değil midir? Kezâ İsmail Cem İpekçi'nin gazoz fabrikası kurmayı andıran bir suhûlet ve usûletle YTP'yi kurduktan sonra İstanbul'da "The Lord of Politics" pankartıyla karşılanması sadece bende karikatür lezzeti uyandırıyor olabilir mi? Diğer taraftan eğer doğru ise Tayyip Erdoğan'ın evlatlarının ABD'de, bir avukat ahbabın yılda 100 bin doları bulan bursu ile yüksek tahsil yapmakta olduğu haberi var; başörtülü olduğu için okuma hakkı elinden alınan ve fukara"yı sâbîrin takımından olduğu için evinin bir odasına hapsolunan genç kızlardan birisi olsaydım bu haberde bir karikatür unsuru bulmaktan beni hiçbir kuvvet alıkoyamazdı. Bir küçük karikatür karesi daha: Milli Eğitim Bakanlığı, Anadolu liselerinde fen ve matematik derslerinin bundan böyle Türkçe işlenmesini emir buyurmuş; neresine dokunsanız elinde kalıyor: Bir defa bu dersler zaten, "zarureten" ve fiilen Türkçe yapılıyordu; ikincisi eğer İngilizce yapılıyor idiyse bu uygulamadan doğan zarar nasıl telafi edilecektir? Bunlar dünkü gazetelerin ilham ettiği küçük ve espritüel hayat"ı hakikiyye levhaları; arşiv taraması yapacak olursak, korkarım ki işin tahkiyesi Adalı Halil Pehlivan'ın güreş tefrikalarına nal toplattıracak kertede uzayıp gidecektir.

Düzeltme:

Çarşamba günü yayınlanan yazının başlığı "Parti rozeti versus Kurşunkalem" olacaktı; İngilizce'de "karşı, aleyhinde" mânasında kullanılan bu kelimeyi tercih etmemin bedelini ağır ödedim ve bildiğiniz gibi yazı, "Parti rozeti ver, sus kurşunkalem" şeklinde çıktı. Müteakip günler düzeltilir diye bekledim ama göremeyince bizzat düzeltmem gerekti. Ben dersimi aldım; eminim editörler de aynı şeyi yapmışlardır./ATA