Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Hâkim, hakem, hoca; her üçünün ortak tarafı, meslek isimlerinin "h" harfi ile başlamasından ibaret değil; her üçü de işlerini özel üniforma ile icrâ ederler. Üçünün de esas itibariyle yaptığı iş hakikati arayıp ona vâsıl olmak, adâleti tecelli ettirmek, ezcümle insan soyunda adalet ve hakikat duygusunu canlı ve câri tutmak. Özel kılık giymelerinin sebebi, yaptıkları işin dramatik vechesini güçlendirmek ve çerçevelemek içindir.

Hukuk devletinde hâkim, kamu adına söz söyleyen son merci; onun hükmünün üstüne çıkabilecek hüküm yok. Bu mânâda İslâm'ın "El Hakk-u yâ'lu ve lâ yû'lâ aleyh", yani "Hak en yücedir ve onun üstüne çıkılamaz" kavrayışı, hukuk devletinin de rûhudur. Yargı kararı en ekmel, en nihâi ve en kesin olandır ve bu kararı neticede bir insan verir. Hâkim, hukuk devleti'nin çivisi, perçini, ana direği, her ne sayarsanız o; ne kadar zengin ve mükemmel olursa olsun hukuk edebiyatı kendi başına iş görmez. Her sistem netice itibariyle bir insan tipine dayanır: Hukuk devletinin nihai insani hâkim.

Hâkim, neredeyse beşerüstü bir boyut vehmedebileceğimiz kadar mistik bir tabiatın ardında gizlenen, hâmili bulunduğu bilgi ve hikmetle bir iç ışımasına uğramış ve mutlaka bu vasıflar yüzünden cinsine mahsus derin bir sezgi geliştirmiş bir insan türü. Kamu görevlerinin en zorlusu, en şereflisi, en çok donanım gerektireni.

Hakem! Hâkimin karikatürü; sporu hayatın ta kendisi zannedenlerin ilâhı. Devleti mutlak evrensel aklın tecellisi zannedenler için hâkim ne ise sporu hayatın yerine ikaame edenler için hakem o. Minicik bir kusuru var: Tanrı rolünü oynamak hoşuna gidiyor ama o bir insandır. Bazen tatlı tatlı yakınırken yakalarım onları, çok eğlenirim, "biz de insanız sonuçta, hakemler de hata yapar!.."

Bir heykeltraşa bir hakem heykeli sipariş etselerdi, taşın içinde ister istemez Ali Aydın'ın çizgilerini arardı; öylesine kemik gibi bir dürüstlük imajına sahipti. Şimdi kalkıp, "ben de insanım" demeye kalkışsa hayal kırıklığına uğrayacağız neredeyse.

Spor, hayatın içinde icad edilmiş bir oyun dünyasıdır; birileri bize yaşadığımız hayatın da buna benzer bir oyun olduğunu söylüyor; neyi, nereye kadar ciddiye almak gerektiği kestirmek gereken zorlu bir insanlık imtihanı. "Oyuncaklar yerlerine" denildiğinde ortada kimse kalmazsa elimiz boş mu kalacak?

Hoca. Bizim millet ganîdir ya, yekdiğerine sunacağı en yüksek vasfı böyle isimlendirmiş: Hoca! Çalpara ağzıyla "Hoca câmide" diye hocalığı kendi aklınca küçümsemeye kalkışan kokonaya aldırış etmeyin siz; "hocam" hitâbının hemen ardında "sizin bilginize ve irfânınıza teslim oluyor ve hürmet ediyorum" irâde beyânı vardır.

"Dolmuş şoförleri bile birbirine hocam diyor" diye itiraza kalkışmanızı anlayışla karşılıyorum; Hocalığın hakkını verememek hocaların bileceği iştir. Üniversite hocasından dolmuş şoförüne, emekli köy imamından ilahiyatçı milletvekiline kadar bu böyle. Hocalık sıfatı atfedeni değil, kabul edeni bağlar. Lata, cübbe, harmaniye ve meşin gocuk. Her üniforma, sahibinin mesleğini dramatize etmeye yarar. Terzilerde, konfeksiyon atelyelerinde biçilip dikilmiş veya kumaş topu halinde iken biçileceği günü bekleyen binlerce, milyonlarca cübbe var; cübbe, lata, harmaniye kıyâmet gibi; iş cübbenin içini doldurmakta.

Öyle dolduracaksın ki cübbenin içini Hocam, vakt erişib de emr-i Hak vâki olduğunda "yakıştı, kefene lüzum yok" deyip öylece defn eyleyecekler; şehitler gibi...

Ne demişti hani Câfer Çelebi?

"Ben şehîd-i tığ-i aşk oldukda yâr-i rahde,

Yumadan defn eylenüz tenden gubârı gitmesün"

Bu iş memurla olmaz; hocalığı, hakimliği, hakemliği memurluğun önüne koyacak bir mânâ iklimi inşâ etmeye mecbursunuz; aksi takdirde savunma hakkını kullanmaya çalışan mağdureyi çift sarı kartla oyunda tutup, akabinde dolmuş şöföründen bezl-i irfan beklemeye mecbur kalırsınız efendim.