Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Büyük, klasik tarzda bir camiye içerden bakıyoruz; karede şöyle bir resim var: İmam, tek başına mihrabtaki yerinde dizlerini kırmış oturuyor; önündeki rahlede bir laptop. Cami bomboş. İmam, laptopunun ekranına bakarak şöyle diyor: “Ehehee 150 layk olmuş cemaatim!”

Bir başka karede bir google sayfası görüyoruz. Google'ın “o”ları sarıklı, badem bıyıklı, gözlüklü bir imam kafasından oluşuyor. Alttaki çubukta şöyle yazıyor: “Bizim bir kredi işi var ama caiz midir ki?” Alttaki iki butonda şunlar yazıyor: “Fetva ver” ve “İşime gelir”

“Ümmet olarak son üç ayda ne yaptık” başlığının altında kafayı bulmuş, çakırkeyf bir Mevlevî semâzeni görüyoruz; bir elde kadeh dönmekte. Yanda şunlar yazıyor: “Mevlânâ sevgisinin bazen gösteri olduğuna bizzat şahit olduk; Fransız içki firması Don Perignon'un Esma Sultan yalısı'nda düzenlediği tanıtımda konuklar şampanya içti ve semâ gösterisi izlediler.”

Bir başka karikatür karesi: Camide, herhalde sünnetle farz arasındaki kısa molada olsa gerek, biraz yaşlı-başlı, gözlüklü, kıranta tipli ve entel görünüşlü iki kişi kendi aralarında konuşuyorlar. Biri ötekine, “Ya, camiye gelmek de mainstream (moda akım) oldu hacım, eskiden en ön safta tek başımızaydık, şimdi gençlik camiye doluşmuş” deyince öteki cevap veriyor, “Özgün diyiller muhterem, kimden ne görürlerse onu yapıyorlar!”

Bir başkası: İki yaşlı başlı adam camiye girmiş namaz kılacaklar ama belli ki, fizikî engelleri sebebiyle boş tabure arıyorlar. Ne var ki iki boş tabureyi gençler kapmış daha evvel. Yaşlının biri, ötekine diyor ki, “Cık cık cık, yaşlılar ayakta kılıyor, gençler oturuyo, biri de demiyo ki yer veriyim!” Bunu duyan gençler kendi aralarında fısıldaşıyorlar: “Gitti mi?”, Öteki “Cık” diyor.


Biraz canınız sıkıldı değil mi? Benim de öyle ama isterseniz biraz daha inceleyelim bu ilginç dergiyi...


Orta sayfada yürek ezintisi bir reklâm; reklâm ama bir tür reklâmla dalga geçen bir reklâm: Naz Otel. Otel logosunun yanıbaşında, “Hayırda yarıştık, biz kazandık” vecizesi var, öteki slogan şöyle: “Naz makamındasız-Thermal resort, spa, palace, hotel, suite”. “Helâl tatilin adresi” başlığının altındaki metinden bir bölüm okuyalım: “Müslüman kardeş, bu sene de çok yoruldun. Sermayenle cihad ettin... İşte bu hizmet sana! Alabildiğine konforlu ve tamamen helâl bir tatil fırsatı... Otoriteler İslami standartlara göre değerlendirdi ve hizmetinize tam 10 hilâl verdi. Herşey rahatınızı ve takvânızı korumak için tasarlandı...”


Alışık olmadığımız bir mizah dili; seviyeli evvelâ; küfür, sinkaf yok, cinsellik, behîmiyyat yok, çirkinliğe tevessül etmiyor. Bir başka özelliği de şu; böyle esprileri ancak “İçerden” birilerinin yapabileceği, yazabileceği-çizebileceği gerçeği. Eğer cami cemaati değilseniz, içerde neler olup bittiğini bu derece “içerden” göremezsiniz. Türk mizahının çizgisinde bu yeni bir şeydir, farklı bir mecrâdır ve pek çiğnenmemiş, taze bir patikadır. Cami cemaatinin hallerinden, uzun yokluk yıllarından sonra keçeyi sudan çıkarmış mütedeyyin işadamının algı dünyasından, kopkoyu bir modernlik atmosferinde yetişmiş olmasına rağmen bir sebeple dinini ciddiye alıp gereklerini yerine getirmeye çalışırken ara sıra hatâya düşen dindar gençlerin iç dünyasından haberdar olmadan “içeri”ye nüfûz edebilmek imkânsızdır. “Bir kısım medya” tosunlarının kapıya kadar gelip kalakaldıkları yerdir burası; onun için önemli ve değerli...


Evet bu bir mizah dergisi ama gazete bayilerinde, otobüs duraklarındaki büfelerde satılan sol tandanslı dergilerden değil. Öyle olsaydı belki daha az canımızı acıtırdı. Müslümanların, muhafazakârların hayat tarzını mizahi dille eleştiren sol tandanslı yayınlara artık şerbetli sayılırız, bir nevi alışkanlık kesbettiği bile söylenebilir; öyle olduğu için sol cihetten gelen târiz can acıtmıyor. Bu târiz, tam tamına “Dostun gülü” makamında bir fiskedir; öyle olduğu için de gülle tesiri yapıyor. Kime; üzerine alınana tabii.

Çoğunuz derginin adını bildi: Cafcaf!


Bu gençler farklı ve önemli bir şey yapıyorlar; kırıp dökmeden, tahkir etmeden, incitmeden, meseleleri şahsileştirmeden ait oldukları dünyada gördükleri ârızaları edep diliyle görünür hale koyup eleştiriyorlar. Yaptıkları şeylere bakınca kendimizi görüyoruz. “Evet, bu benim; ben de böyle yapmıştım, böyle düşünmüştüm, ben de böyle zannetmiştim” demekten kaçınamıyorsunuz. Kadrini bilelim, doğru ve önemli bir şeyi yapıyorlar.


Kendilerine çığır açıp yol gösterecek bir ustalar kuşağı yetiştirmedi onları; ne yapabildilerse emekleri mahsûlüdür. Bazen kantarın topuzu kaçabilir, muradını aşmış duruma düşebilirler. Tabiidir. Eleştirilmek kimsenin hoşuna gitmez. Hele mütedeyyin insanlar hiç. Onlar yıllarca tahkir edilmeye, dışlanmaya alışmışlardır tâbir yerindeyse fakat kendi evlâtları tarafından, üstelik çok ciddiye aldıkları değerleri yanlış yorumladıkları için eleştirilmek başlarına ilk defa gelen bir şeydir.

Ama ya böyle bir muzip sese hakikaten ihtiyacımız varsa... ki var!


Yukarda bazı örneklerini verdiğim dergi muhteviyâtının tamamı, dosta atılan gül makamındaki içe dönük eleştirilerden müteşekkil. Dergide yazıp çizenler, ben yaştakilerin çocuğu sayılabilecek nesilden ve neticede aynı dünya görüşünü paylaştığımız, aynı kıbleye baş koyduğumuz gençler. Mizahın dilini kullanarak, hayat tarzımızın köşe taşlarındaki alışkanlıklara, adam sendeci yorumlara, çoğu kere bile bile kendimizi kandırışlara çimdik atıyorlar.

“Niçin hep Müslümanları, muhafaza-kârları çimdikliyorlar; dinsiz-imansızlar dururken!” sorusu akla gelebilir; kesinlikle yanlış bir düşünce. Bence çok gerekli, doğru ve bugüne kadar ihmâl edilmiş bir görevi tek başlarına yerine getiriyorlar ve bunu yaptıkları için onları kutlamak gerekiyor.

İnançlı insanlar dünün mağdurlarıydı; bugün, Cumhuriyet devrinde hiç olmadıkları derecede (ama nisbî elbette) kendilerinden emin ve rahatlar; problem yok mu, elbette var ve hep olacak ama düne kıyasla görünür bir iyileşmenin varlığı da âşikâr.

Mü'minler böyledir; ezâ ve yokluk günlerinde sabır ve tahammül, vâriyet ve rahatlık devirlerinde temkîn, tutumluluk ve i'tidâl üzre davranmaları ama her hâl ü kârda şükrân üzre bulunmaları beklenir. Başkalarında tabii görünen bazı hâller, mü'min için kusurdur zirâ yokluk gibi varlık da, acziyet gibi muktedirlik de mü'min için imtihandır. Dolayısıyla başkalarında meziyet gibi görünen şeylere, Nasreddin Hoca'nın kızında tesadüf edilirse birileri çıkıp, “Nooluyor hoca!” der, mâzurdur ve öyledir.

İslâm'a girmek kolay, Müslüman olmak ve hakkını vermek zor.


Cafcaf'a emek, para ve göznuru sarfeden herkesi can ü yürekten tebrik ediyorum. Gönlüm, bu ve benzeri dergilerin (Benzeri var mı bilmiyorum; görmedim desem yeridir) artmasını, yazar-çizerinin bollaşmasını, derginin yüzbinlerce tiraj yapmasını ve belki bu sayede tenkid edilmek gereken hallerimizi dost aynasında görüp kendimize çekidüzen verebilmemizi ümid ediyorum.

Not: Derginin eski sayılarına (cafcafdergisi.net) adresinden ulaşılabiliyor ama siz siz olunuz, abonelik kabul etmeyen bu güzel dergiyi gazete bayisinden alınız. Sadece üç lira!


Son not: Arkadaşlar, kılık kıyafetimize, davranışlarımıza, tepkilerimize ve kararlarımıza çeki düzen verelim; Cafcafcı gençler bizi gözetliyor!