Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Farklı bakış açılarıyla, farklı beklentilerle, birbirinden farklı dikkatlerle farklı âyetlere yoğunlaşıyor olmamız son derece tabiidir. Anket de o farklılıkları merak ediyor zaten ama bana göre bu sevimli soruşturmanın arka planda duran gerçek maksadı, Kur'an kültürünün oluşmasına ve mevcut birikimlerin seviye ve kalite kazanmasına hizmet etmektir.

Yeni Şafak Gazetesi bir süre önce güzel bir anket düzenlemiş ve bazı tanınmış kişilere şu soruyu sormuş, "Hiç aklınızdan çıkmayan âyetler nelerdir?" Anketin özelliği şu; cevap vermek için 'Kitab'a bakmak yok, "aklınızdan" çıkmayan âyetler soruluyor, yani zihninizde tuttuğunuz, sizinle beraber gezen hep hatırlanan...

Anket fevkalâde isabetli bir soruyu gündeme getiriyor; bir mânâda herbirimizin şahsen Kur'an'la nasıl alâka kurduğumuzu, O'ndan neleri zihnimizde tuttuğumuzu ve altını çizdiğimizi sorguluyor. Öyleyse hemen şimdi siz de, yazının bundan sonrasını okumadan önce suale kendi cevabınızı veriniz, imtihan değil, isterseniz "kopya" bile çekebilirsiniz, samimiyetinize kalmış bir şey.

Hiç aklınızdan çıkmayan âyetler nelerdir?

Burada elbette ilk planda âyetin meâli kasdediliyor; Arapça'ya vukufu yüksek olanlar için mânâ orijinal ibâre halinde de hatırlanabilir; belki çoğumuz bu gibi âyetlerin aslını da ezberlemişizdir ama kasdedilen meâl.

Düşünüyoruz, şu anda sizlerin yaptığı gibi ben de düşünüyorum; şüphesiz içimizden çoğu ibadet kasdıyla Kur'an okuyor, meâl de okuyoruz ve yine şüphesiz bazı âyetlerde duraklıyor, daha geniş bilgi edinmek ihtiyacı duyuyoruz çünkü meâl çalışmalarının kendine mahsus bir tabiatı var; meâllerin her biri, sadece yazarını bağlayan birer 'tercüme-yorum'dur. Kelime-be-kelime esasına göre hazırlanan meâller, Kur'anî Arapça'nın yoğun belâgatinden ötürü çoğu zaman ayrıca parantez açılmak suretiyle anlamca zenginleştirilmek, daha önce geçen atıfları yeniden hatırlatılmak gibi zaruretlere mâruz kalıyor. Bundan dolayı bazen hangi kelimenin parantez içinde kaldığını veya dışarıya taştığını anlamak kolay olmuyor; bazen de meâl sahibinin birkaç cümle boyutunda izah etmek için uğraştığı bir kavramın, Kur'an'da bir veya birkaç kelime ile verildiğini farkediyoruz. Bu ayrıntıyı bilmenin gereği şurada bence; Kur'an okurken hepimiz doğrudan doğruya aslî ve som mânâyı, mümkün mertebe yoruma uğratılmamış haliyle tanımak, bilmek ve anlamak arzusundayız. Bu gayretleri tek kelime ile "Allah'ın kelâmına temas etmek, ona zihnimizle dokunmak" diye tarif etmek mümkün.

Ah, ne zevkli, ne bereketli ve feyizli bir meşgaledir bu...

Ve o temas ânında farklı bakış açılarıyla, farklı beklentilerle, birbirinden farklı dikkatlerle farklı âyetlere yoğunlaşıyor olmamız son derece tabiidir. Anket de o farklılıkları merak ediyor zaten ama bana göre bu sevimli soruşturmanın arka planda duran gerçek maksadı, Kur'an kültürünün oluşmasına ve mevcut birikimlerin seviye ve kalite kazanmasına hizmet etmektir.

Bu gayeyi şevkle ve hararetle desteklemeliyiz; zira "Kur'an kültürü" diye adlandırdığımız kavram, kişinin gündelik hayatında Kur'anla temas ve "iltisak" noktalarını çoğaltmak ve derinleştirmektir; dinî eğitimin ciddiye alındığı ve belirli bir seviyenin üzerinde gerçekleştirildiği eski yıllarda okur-yazarların Kur'an kültürü ile pek tabii ve sıcak bir ilgi kurdukları, pek çok âyeti aslı ve meâli ile ezbere bildikleri için, gündelik konuşma dilinde rahatlıkla kullandıklarına dair çok güzel örnekler vardır. (Yandaki kutu içinde bu örneği en güzel şekliyle hikâye eden bir kıssa okuyacaksınız. Bu örnek maksadı çok iyi ifade ettiği için aynen iktibas ettim.)

Şimdi yeniden, başka bir bakışla Kitab'a yeniden eğilebiliriz; orada aklımızdan hiç çıkmayacak, daima bizimle beraber yaşayacak ve şüphesiz hayata aksedecek âyetleri, sanki sadece bizim için nâzil olmuş gibi yeni bir dikkatle okuyabilir, anket sorusuna kendi cevaplarımızı verebiliriz.

KUR'AN VE DESTANLAR DÖNEMİNDEN BİR DESTAN

Tebe-i Tâbiîn neslinden Abdullah ibn Mübarek hazretleri anlatıyor: Hacca gidiyordum. Irak-Suriye topraklarından geçerken yalnız bir kadına rastladım. Selâm verdim; selâmımı "Söz olarak Rahîm bir Rabden selâm sözüdür onların duyacağı" (Yâ-Sîn: 58) âyetiyle aldı. "Buralarda ne yapıyorsun?" diye sordum. "Allah kimi yoldan çıkarmışsa, ona yol bulduracak yoktur" (A'râf: 186) âyetini okudu. Anladım ki, yolunu kaybetmiş. Nereye gittiği soruma "Bir gece kulunu Mescid-i Haram'dan alıp Mescid-i Aksâ'ya götüren Allah'ı tesbih ederim" (İsrâ: 1) âyetiyle karşılık verdi. Anladım ki, geçtiğimiz hacc mevsiminde haccını tamamlamış, Kudüs'e gidiyor.

"Ne zamandan beri böyle yolunu kaybettin?" dedim. "Tam üç gece (yani üç gündür)" (Meryem: 10) dedi. Yiyecek verme teklifinde bulundum. "Sonra orucunuzu gün batıncaya kadar tamamlayın" (Bakara: 187) âyetini okudu. "İyi de Ramazan'da değiliz" dedim. "Kim Allah için nafile bir hayır yaparsa, Allah her hayrın karşılığını verendir, her şeyi hakkıyla bilendir" (Bakara: 158) âyetiyle cevap verdi. "Yolculukta oruç açılabilir" dedim. "Ama orucu tutarsanız, bu hakkınızda daha hayırlıdır" (Bakara: 184) âyetini okudu.

Niye benim gibi konuşmadığını sordum. "Ağzından tek bir söz bile çıkmasın ki, yanında onu gözleyen ve o sözü kaydetmeye hazır bir gözcü bulunmamış olsun" (Qâf: 18) dedi. "Kimlerdensin?" diye sordum. "Bu konuda bilgin yok (ailemi söylesem de tanımazsın). Sonra göz de, kalb de (görmeden, kesin bilgiye dayalı olmadan verdiğin her hükümden) sorumludur" (İsrâ: 36) âyetiyle cevap verdi. "Hata ettim, hakkını helâl et!" dedim. "Bugün size kınama yok. Allah, sizi bağışlasın" (Yusuf: 92) dedi. Deveme bindirip kafilesine ulaştırma teklifinde bulundum. "Hayır adına ne işlerseniz Allah onu bilir" (Bakara: 215) âyetiyle mukabele etti. Devemi yanına getirdim. Binecekken, "Mü'min erkeklere söyle, bakışlarını sakınsınlar" (Nûr: 30) âyetini okudu. Gözlerimi çevirdim; binecekken deve ürküp kaçtı, bu arada elbisesi az yırtıldı. "Başınıza musibet olarak ne gelirse, bu bizzat işleyip, onu hak etmeniz sebebiyledir" (Şûrâ: 30) âyetini mırıldandı. "Sabret, deveyi bağlayayım!" dedim. "Bu hususta Süleyman'ı anlayışlı ve daha isabetli davranır kıldık" (Enbiyâ: 79) âyetini okuyarak, devemi yönlendirme konusunda benim daha başarılı olduğumu kasdetti. Deveye bindi ve "Bunu bize baş eğdiren Allah'ı tesbih ederim; yoksa bunu biz başaramazdık. Ve sonunda şüphesiz Rabbimize döneceğiz!" (Zuhruf: 13-14) âyetlerini okudu. "Haydi!" diye deveyi hızlandırdım. "Yürüyüşünde (ve davranışlarında) vakur ol ve sesini yükseltme. Seslerin en çirkini, (bağıran) eşeğin sesidir!" (Lokman: 19) mukabelesinde bulundu. Yürürken şiir okumaya başladım. "Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun!" (Müzzemmil: 20) dedi. "Şiir okumak haram değil ki!" dedim. "Bu hususu ancak gerçek idrak ve basiret sahipleri düşünüp anlar!" (Bakara: 269) cevabını verdi.

Bir süre gittik; sonra evli olup olmadığını sordum. "Ey iman edenler! Cevabı verildiğinde sizi üzecek meselelerden sormayın!" (Mâide: 101) âyetini okudu. Derken kafilesine ulaştık ve "Kafile içinde kimsen var mı?" dedim. "Mal ve evlât dünya hayatının süsüdür!" (Kehf: 46) dedi. Anladım ki, evlâdı var. İsimlerini sordum. "Allah İbrahim'i dost edindi; Allah Musa ile konuştu; Ey Yahya, Kitab'a kuvvetle tutun!" (Nisâ: 125, 164; Meryem: 12) âyetlerini okudu. "Ey İbrahim, ey Musa, ey İsa!" diye kafileye seslendim. Nur yüzlü üç genç "Buyur!" diye çıkageldi. Onlara para verip, "Bununla içinizden birini şehre yollayın! Yemeklerin helâl ve temiz olanına baksın ve size bir yiyecek getirsin. Dikkatli davransın!" (Kehf: 19) dedi. Yiyecek gelince bana, "Geçmiş günlerinizde yaptıklarınızın karşılığında şimdi afiyetle yiyip için!" (Hâqqa: 24) dedi. Çocuklara, "Annenizin bu durumunu bana söylemezseniz bu yemekten yemem!" dedim. "Annemiz" dediler, "Ağzından Cenab-ı Allah'ın gazabını çekecek yanlış bir söz çıkar korkusuyla 40 yıldır böyle sadece Kur'an'la konuşur."

İbn Mübarek, bu hadiseyi Kur'an'da her şeyin bulunduğuna delil olarak anlatırdı.

(Ali Ünal'ın 02.01.2006 tarihinde Zaman gazetesinde yayınlanan köşe yazısından)