Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

AKP İktidarı devletin genleriyle oynuyor. Kendisinden sonra “devr-i sâbık” denilebilecek uğursuz bir dönemin toprağını hazırlıyor.

Son derece yanlış. Eğer varsa paralelle mücadele adı altında devletin ve bütün bürokrasinin keyfî bir parti kontrolüne terk edilmesi, tarifi zor tahribatlara yol açabilir. Daha şimdiden yapılan hukuksuzluklar, paralelle mücadele kılıfına sığmayacak derecede abartıldı ve yaygınlaştırıldı.

Yeni hükümetin bakanları, sanki yukarıdan bir direktifle ve özellikle “Paralel yapıyla mücadele” konusunda kendilerini bağlayan ve ellerini taşın altına koyduklarını ihsâs ettiren beyanatlar veriyorlar. Eğer dışarıdan tahmin edildiği gibi böyle bir siyasi talimat söz konusu ise, yeni hükümet için en öncelikli konunun “Devlette cadı avı” diyebileceğimiz mesele teşkil ediyor demektir.

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, paralel yapının devlet içinde hâlâ devam ettiğini belirttikten sonra “Bundan sonrası siyasetin işi değildir. Türkiye’nin bağımsız mahkemeleri tarafından bu şüphelerin, iddiaların bütünüyle ortaya konması lâzım.” dedi. Doğrusu ağırbaşlı bir değerlendirmeydi ve sırf bu yüzden parti ve hükümet içinde Sayın Kurtulmuş’a, “Bunlar nasıl lâflar, ne demek siyasetin işi bitti? Bağımsız yargı süreci başladı; sen kimden yanasın arkadaş?” vezninden bir trol çiziği atılmasını temennî etmem şahsen.

Niçin diyeceksiniz? Anlatayım, iktidar “Türkiye’nin bağımsız mahkemelerini” henüz pek de o kadar güvenilir bulmuyor çünkü. Dinleyenleri ağlatan o içli vedâ konuşmasında Sayın Erdoğan’ın yargı hakkında söyledikleri hiç de yenilir yutulur cinsten şeyler değildi: Güvenlik kurumlarının ve yargının demokratik meşruiyet temelinde yeniden yapılandırılmasından bahsederken HSYK’yı, kendine karşı tavır almakla suçlamış ve hemen akabinde kendini tutamayıp “İşte bunların hesabının sorulacağı günler de yakındır. Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun düşünebiliyor musunuz, bu ülkede, kalkıp da hem siyasete hem de halkın doğrudan seçtiği cumhurbaşkanına karşı son derece nezaketsiz tavırları, eski Türkiye’nin bir alışkanlığıdır. Hukuk sistemi bir avuç haşhaşinin şantajına mahkûm bırakılamaz. Kime çalıştığı belli olduğu Pensilvanya hukuk sistemine emir veremez, talimat veremez. Hasan Sabbah benzeri meczupların oyuncağı asla olamaz. Vatansever hâkim ve savcılar aralarındaki haşhaşileri temizleyecek, hukuk sistemi üzerindeki gölgeleri de kaldıracaktır” cümleleriyle devam eden müthiş cümleler kurmuştu.

Müthiş cümleler ama hukuk camiasında görünür bir yankı uyandırdığı söylenemez. Sebebi mâlum: Hukukçular da siyaset adamları da bütün dikkatlerini ekimde yapılacak HSYK seçimlerine kilitlemiş durumdalar. Yani siyaset-hukuk ilişkilerinde durum, henüz Sayın Kurtulmuş’un söylediği gibi normalleşmiş değil. Büyük gerilim söz konusu. Eğer HSYK seçimlerini, hükümetin desteklediği liste kazanırsa, işte o zaman bağımsız yargıdan değil, fakat “Yeni Türkiye’nin bağımsız mahkemeleri!”nden bahsetmek mümkün olabilir!

Kurtulmuş, bu olguları şüphesiz benden daha iyi bilecek bir mevkide. O yüzden söyledikleri sadece Demirelvâri, günü kurtaran, yuvarlama bir beylik diskurdan ibaret. Hükümet cenahının yargı bağımsızlığından ne anladığını, sulh ceza hâkimliklerini bir çırpıda kurup yargı sisteminin içine yerleştiren uygulamalardan biliyoruz. Yeni Türkiye’nin bağımsız mahkemelerini, Yargıtay ve HSYK’daki “Haşhaşiler ve Hasan Sabbah meczupları” temizlenince daha net görebileceğiz. Ne var ki gözü olana sabah ışımıştır: Yargı, bu gidişle tamamen yürütmenin kontrolü altına girecek ve meselâ Diyanet, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü, Anadolu Ajansı veya Şehircilik Bakanlığı gibi bir kurum hâline gelecektir. Niyet okumuyoruz; bunlar bağıra çağıra, hatta korku uyandırmak amacıyla altı çizilerek sarf edilmiş açık beyanlardır.

Camia’ya besledikleri nefretten ötürü olup bitenlerden şimdilik memnun görünenler, hukuk devleti yerle bir edilirken seyirci kalmanın sorumluluğunu AKP ile paylaşıyorlar. Oysa ki kamuoyu -hükümeti destekleyenlerin de büyük bölümü dahil olmak üzere- bunca gürültünün 17-25 Aralık soruşturulmasının örtülmesi ve ilgililerinden hesap sorulması adına yapıldığının farkında. Nazi Partisi’nin yaptıklarına sessiz kalan o dönemin Alman kamuoyu, bugün bile o meş’um devrin manevi ağırlığını omuzlarında hissediyor.

Hukuk cephesinde olup bitenlere bir de bu gözle bakılsın. Durum son derece vahimdir.