Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye'de başkanlık sisteminin lâfla değil, sahih bir maksada vâsıl olmak maksadıyla tartışılabilmesi için, Yargıtay Başkanı'nın telefon kayıtlarının gazete sayfalarına kadar düşmemesi gerekirdi. Hayır efendim, bunun adı şeffaflık, açıklık, bilgi edinme hakkı filan olamaz. Her devletin geleneği vardır ve adı üstünde gelenek yazıya geçmeyen bir birikimdir.

Yeri gelince binlerce yıllık devlet geleneğinden bahsediyoruz ama devletin derinliklerindeki hizipleşmeler bir güç oyununa dönüştüğünde geleneği kimsenin umursadığı yok.

Hukuk bir güven müessesesidir; kanun külliyatını uygulayan bürokratlardan ibaret değildir. Bir ticari firma güvenilir bir intiba edinmek için milyonlarca liralık yatırımdan kaçınmıyor; neticede elde edinmek istenen şey tüketiciler üzerinde edinilmiş bir duygudan ibaret; güven duygusu. Ülkenin hukuk nizamı için güven duygusunun ne kadar vazgeçilmez olduğunu tartışmaya hâcet yok.

Dünkü gazetelere şöyle bir bakınız; çarşaf çarşaf "gizli" telefon kayıtları yayınlanıyor. Mahkeme kararı ile gerekli görüldüğünde bazı gizli dinleme ve kayıt yapılabiliyor ama aynı kayıtların ortalığa dökülmesi, o kayıtlarda varlığını hissettiğimiz çürümeden daha beter kokular yayılmasına sebep oluyor. Bu kayıtlar, ne derece geçerli olduğu yine hukukun değerlendireceği türden delillerdir; bu gibi delillerin gazetelerde televizyonlarda yayınlanması, amme vicdânında "yargısız infaz" tesiri uyandırmaktan başka hangi sonuca hizmet eder?

Mehîb bir devlet, Yargıtay başkanının telefonunu dinlemez; aklından bile geçirmez; dinlemek iktizâ ederse sessizce gereğini yerine getirir ama en yüksek adalet merciini dedikoduya malzeme etmez; ederse o ülkede "kesinleşmiş yargı kararı" ile dedikodu arasında hukuk tekniği bakımından bir fark kalmaz.

Kaç gündür zihnimde evirip çevirdiğim ama yazmaya çekindiğim bir mesele var; Güney Asya'daki deprem felaketzedelerine yapılacak yardımların, gerçek ihtiyaç sahiplerine ulaşıp ulaşmayacağı suali zehirli bir şüphe gibi içimi kemirip duruyor; zira vaktiyle yardım toplayan kuruma karşı "güven" duygusu zedelendi. Bu hayalkırıklığının zebûnu olmak bugün Türk toplumunu dünyaya nekes bir millet olarak tanıtıyor. Haksızlık, tek kelimeyle haksızlık. Vaktiyle bu toplum, 27 Mayıs ihtilâlcilerinin yapmayı düşündüğü sosyal reformlar için alyansını, bileziğini bile hibeden çekinmemişti ama bu gibi fonların dürüst kullanılmadığı yolundaki şüpheler bugün ne yazık ki inanç haline geldi.

Devletle toplum arasındaki mutabakatın kimyâsı hukuk nizâmı; böyle bir adli sistemimiz olsaydı bu ülkede ne darbe yapmaya kalkışanlar, ne devleti soyarak zengin olmayı tasarlayanlar, ne de halkın verdiği ianeleri çarçur eden yardım kuruluşları cesaret bulamazlardı.

Hukuk eğitimini, gerekirse liseden itibaren on, on iki yıllık imtiyazlı bir süreç olarak yeniden tasarlayacaksınız; on yıl içinde doktora seviyesinde eğitim görmemiş hakim, savcı, avukat, noter ve adli polis kalmayacak. Adliye binalarını -paraya acımayıp- beldenin en pahalı, en görkemli, en ciddi, ve mimarlık değeri bakımından en yüksek bir üslupta yeniden inşa edeceksiniz ve Adliye mensuplarına çok yüksek ücretler tahsis edeceksiniz. Bu sürede hukuk, lâfla değil, hakikaten kuvvetler ayrılığı prensibine uygun bir müstakil güç haline gelecek. Hukukçu olmak isteyenleri ise, en azından askerî okulların uyguladığı cinsten bir titiz seçme sistemi ile belirleyeceksiniz; öyle ki hukuk kavramı, "devlet"le iç içe geçecek ve aynîleşecek. Hemen yapılması gereken budur; gerisi makyaj.