Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Türkiye"de milliyetçi fikriyatın en mühim zaafı, devletle nisbetini tayinde acze düşmesidir. Milliyetçiler devleti -kendi bakış açılarına göre haklı olarak- milletin en yüksek ve uzvi teşkilatı olarak görürler; devlet, milletin (toplumun) örgütlenmiş biçimidir.

Millet adı verilen totalite, kendisinden hatâ sâdır olmaz müteâl bir varlık olduğuna göre onun metafizik değerlerini devlet de bir gömlek gibi eynine geçirmiş demektir.

Tahliye kararlarını duyan bir arkadaşım düşüncelerini şöyle dile getirdi: "Devlete güvenerek milliyetçilik yapanın aklına şaşarım". Haklı-haksız ama şu cümlede son elli seneyi tarif eden pek mühim tesbitler var.

Şu Avrupa Birliği maceramızı şöyle bir gözden geçiriniz ve vardığımız noktaya bakınız. Bana göre AB"ye endeksli politikalar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti"nin kuruluş ve varoluş sebebini boşluğa kaydırıyor. Milli Mücadele"nin temel felsefesi, istiklâl ve hürriyet amaçlarına yaslanıyordu; günün birinde Avrupa mahkemelerini en yüksek temyiz mercii, Avrupa Parlamentosu"nu, bizim meclisin üstünde egemenlik otoritesi kullanan bir yasama uzvu sayacak olsaydık mücadelenin mânâsı kalmazdı.

Türkiye"nin AB tutkunluğu, bir savunma işbirliği, bir bölge paktı kurma arzusu değil; Türkiye"nin AB"ye gösterdiği inhimâk (başka kelime yok çünkü), bağımsız ve egemen bir devlet olarak varlık sebebini fuzuli kılıyor. Meselenin en can acıtıcı yanı ise, Türkiye"nin kendi dinamikleriyle değil de ancak dış etkilerle dönüşebileceğine iman etmiş yönetici elitlerin teslimiyetidir. Bu hali seyreden bir ecnebi gözlemci, "Türkler kendilerine inanmıyor ve güvenmiyorlar; Türklerde kendi geleceklerini tasavvur etmek gücü kalmamış" dese haklıdır.

Avrupai refah standartlarına erişmek için Avrupa"nın nüfus kütüğüne yazılmak gerekmezdi; bizim Batı"yla ilişkilerimizin tarihi neredeyse 8 asrı buluyor. Batılılaşma meselesine en çok zihni mesai tüketmiş toplumlardan birkaçıyız. Oysaki geçen zaman içinde netice itibarıyla gözüne projektör ışığı tutulmuş tavşan gibi meflüç hale geldik.

"AB"ye üye olmamıza gerek yok; komşu olalım" derken muradımız, Türkiye"yi, AB standartlarını dikkatle takib eden, yaşadığı asrın içinde bulunmaya itina gösteren, kendi dinamikleriyle problem çözebilme gücüne sahip, demokrat, üretken ve güçlü bir devlet olarak görmekti; bu hedeflere AB"nin müzaheretinde ulaşmak ise "içgüveyilik"ten farksız.

Bir devlet adamı çıkıp da "AB"nin elinde başka bahane kalmadı; tarih vermesinler de görelim şimdi" diyebiliyorsa, bir hukuk adamı, karanın zamanlamasındaki garipliği görmezden gelerek "Karar siyasi değil hukukidir" diyebiliyorsa susmak ve "derin" düşünmek zamanıdır. Beş duyu hissinden birdenbire mahrum kaldığınızda öyle yaparsınız; durur ve en evvel bastığınız yerin sağlamlığını hissetmeye çabalarsınız; öyle bir yerdeyiz şimdi.

Bütün hapishaneleri boşaltsanız, TRT"de değil yarım saat, yevmî 24 saat, 72 dilde yayın yapsanız, anayasanızı reddedip AB Anayasası"na "kabultü ve heptü" deseniz de orta vadede AB"ne kabul edilmeyeceksiniz çünkü sizde kendi geleceğinizi tasavvur etmek iktidar ve özgüveni yok; kendisine saygısı olmayanlara başkası niçin saygı duysun? AB"nin yörüngesinde, müzmin derecesinde "ağzı açık ayran delisi" bir uydu, ABD"nin BOP projesi çerçevesinde ucuza kiralanmış bir tahmil-tahliye üssü olmanın "izzet" neresinde?

Sadede gelelim; devlete rağmen milli politikalar geliştirebilecek enerji ve üretkenlik kimde var; toplum eksenli milli politikalar? Bu tamamen yeni bir durum. Güvenilir "nass"ları birdenbire fersûde bulan dogmatikler şimdi kime nisbetle, nasıl tavır takınacaklar, hangi entelektüel birikimle yeni stratejiler geliştirecekler merak konusu?

Hâle bak; meydan Perinçek"e kaldı.