Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Cumhurbaşkanlığı bütçesinden bazı derneklere yardım yapılması haberi şaşırtıcı olsa da usûle aykırı değil. Cumhurbaşkanı Sezer, köşk bütçesini tutumlu kullanması ile tanındı; maiyetinde çalışan bir bürokratı, dış görevine uğurlarken makam otomobilini değil de, özel bineğini kullanması buna bir misâldir.

Köşkte görevli bir başka emniyet mensubunu da yine resmi binek otosunu kullanırken itinasızlık gösterdiği gerekçesiyle uzaklaştırdığını da hatırlıyorum. Bağışta adı geçen dernek vaktiyle "kamuya yararlı" patenti almış; başka kuruluşlarla birlikte köşkten yardım almasında fevkalâdelik yok ama bu, tartışılmayacağı anlamına gelmiyor ama meselâ ben bu yardım meselesini tartışmaya değer bulmuyorum.

Adı geçen dernek önderliğinde cumartesi günü Ankara'da miting düzenlenmesinde de yanlışlık görmüyorum. Bir hükümet sözcüsü, "bizim (veya meclisin) kararını mitingler değiştirmez!" yollu bir beyanda bulunmuştu; bilakis miting vesaire gibi demokratik haklar, yürütmenin, yasamanın kararlarını etkilemek için vardır. Bu beyan talihsizdi. Ayrıca üniversite mensuplarının (ve hatta cübbeleriyle) bu mitingde yer almaları da tabii haktır. Sivil toplum, elbette fikrini beyan edecek, hukuk çerçevesinde karar mekanizmalarını etkileme hakkını kullanacaktır.

Bunlar tabii şeyler, olacak!

Benim dudağımı uçuklatan şey, bir siyasi parti genel başkanının, "Çankaya'nın havası seni yere çarpar. Sen o ayıplı Başbakan, Çankaya Köşkü'nün karşı kaldırımında bile yürüyemezsin." cümlesini söyleyebilmiş olmasıdır. (Kesinlikle emin olmak için bu cümleleri DSP'nin resmi web sitesinden kopyaladım.)

DSP Genel Başkanı Zeki Sezer, bir siyaset adamı ve bir başka siyaset adamına, "köşkün karşı kaldırımını" bile lâyık görmüyor; gönlünde yatan köşk adayı kimdir bilmeyiz ama belli ki gönlü bir siyaset adamından yana değil; tahminen bir bürokrat!

Zeki Sezer'in Başbakan'ı beğenmeme hakkı var elbette; "Cumhurbaşkanı seçilmemesi" dileğinde bulunması, o istikamette çalışıp çabalaması da tabiidir; tabii olmayan, "Oraya çıkamayacaksın, çıkmamalısın. Çıkarsan da oturamazsın. Oturtmayız. Bu millet gereğini yapar. Biz de gereğini yaparız. Oturamayacaksın" lâflarının satır arasına sıkıştırılan imâlardır.

Başbakan'ın ve AK Parti'nin, "kaş yapayım derken göz çıkaran" bu endâzesiz sözlerin muhatabı olarak, hiç de âdil olmayan bir tarzda kamuoyu desteği kazanmakta olduğunu bilenler biliyor; çelişki gibi görünüyor ama aşağıladıkça büyütüyorlar.

Ve görüyorum ki Başbakan'ın adaylığı aleyhine yürütülen kampanya, onun Çankaya Köşkü'ne çıkmasıyla sonuçlanacaktır; oysa ki ben, Başbakan'ın Cumhurbaşkanlığı'na asla aday olmayacağını, zihnindeki ismi yıpratmamak için sessizlik siyaseti takib ettiğini, önümüzdeki beş yılı başbakan olarak yönetmesinin Cumhurbaşkanlığından çok daha önemli olduğu kanaatini taşıdığını, son anda herkesin saygı ve sempati göstereceği bir ismi aday olarak açıkladıktan sonra Anayasa'nın 104. maddesinde tadilâta giderek tartışmalara ustalıkla son vereceğini düşünüyordum (hatta bu hususta bir arkadaşımla iddiaya bile girdim). Bu gidişle iddiayı kaybedeceğim anlaşılıyor; hele hafta sonu mitingindeki görüntülerden sonra "sessiz Türkiye"nin Recep Tayyip Erdoğan'ın cumhurbaşkanlığını daha yüksek oranda destekleyeceğinden artık adım gibi eminim.

Böyle muhalefet, demokrasilerde her iktidara nasib olmaz; kıymeti bilinsin, takdir, hatta teşekkür edilsin; fakat bu arada muhalefetin Erdoğan'ın cumhurbaşkanı olması için nasıl içten içe dua ettiğini de hisseder gibiyim; çünkü bu durumda, o pek sevdikleri geçimsizlik ve maraza çıkarma siyasetini doğrudan köşke yönelterek puan toplayacaklarını düşünüyor olmalılar.

Gönlüm, iddiayı kazanmak diliyor lakin kaybetsem de olur!