Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Televizyon dizilerini dile dolayarak yazı yazmak, "farkındayım biraz" karizmayı çiziyor ama kabul edelim ki burada post"doktora semineri yapıyor değiliz netice itibariyle; üstelik sosyal ilim yaparken müracaat ettiğimiz kavramlar, dizi filmlerde sıkça kullanılan temâlar kadar açık ve anlaşılır olmuyor çoğu zaman.

Efendim sözümüz vardı: Necibe başlıklı yazının akabinde, "bakalım standart Türk hanımları evdeşlerinde ne gibi vasıflar görmek isterler?" meselesine temas edeceğimize söz vermiştik. Bir okuyucum, Ekmek Teknesi dizisinin romantik berduşu Celâl tipinin "mostralık" olarak işlenebileceği teklifinde bulundu; ben de kendisine meseleyi düşüneceğimi vaad ettim. Düşündüm taşındım ve o karara vardım ki Celâl'den ideal Türk evdeşi olmaz! Niçin olmaz, izah edeyim: Efendim Celâl Bey ince ruhlu, romantik, hatta bir damla kan göricek "şaak" diye tutargası tutup bayılacak kertede hassas tabiatlı bir adam; serdettiği bu gibi hafif "efemine" özelliklere karşılık, buyrunuz: Celâl'de medeni cesaret kıtlığı had safhada, bir baltaya sap olamaması bakımından "ortalama"yı tutturuyorsa da kavgacı, asabi ve özellikle hayranı olduğu Necibe söz konusu olunca aşırı derecede kıskanç bir adam. Tamam, bütün hanımlar "kıskanılmaya lâyık" olmaktan hoşlanırlar, kıskançlığın bir dozu, birbirini seven iki insan için tuz"biber kabilinden leziz ve gereklidir fakat takdir buyrunuz; hangi hanım Celâl gibi avantüriye, saati saatini tutmaz bir bir çılgın âşıkla, yıllar boyu sürmesi beklenen evliliğin asûde ve huzur dolu geleceğini paylaşmayı göze alabilir?

"Celâli Bey" değil; benim dizide gözüme kestirdiğim "ideal erkek" tipi, mahallenin çılgın ve agresif dulu Nezâket Hanım'ın biricik oğlu Sühâ'dır. Annesinin her daim "paşam" diye hitab ettiği ve alabildiğine şımarttığı Sühâ, hanımların ânında fark etmiş olduğu üzere bütün ömrünü sevdiği kadına vakfetmeye âmâde ve bu konuda kararlı davranışlarıyla daha işin başında on üzerinden on puanı hak ediyor. O derece ki, nişanlısı uğruna annesinin gülden nazik hâtırını kırmayı bile göze alıyor gerektiğinde. Gelin"Kaynana münasebetlerine geçmeyi hiç düşünmemiştim ama işte lâzım oldu: Her gelin hanım, kayınvaldesi ile iyi geçinmek, onu hoş tutmak, onun tarafından samimi bir muhabbetle sevilmek ister ama bir şartla; kocası, yani kayınvaldesinin oğlu kendisine aittir ve ana"oğul arasındaki tabii yakınlık, gelin araya girdikten sonra bir daha asla eskisi gibi olmayacaktır. Tabir caizse evlilikten sonra ana ile oğul arasındaki münasebet, "diplomatik dilde sıkça kullanılan" bir nevi "maslahatgüzarlık seviyesi"ne inmeye mahkûmdur. Kayınvalideler gelinlerini aslında çok severler ama evlatlarıyla aralarına giren bir genç hanımın, eski muhabbet seviyesini birdenbire ılıklaştırmasına asla tahammül edemezler (kendimi kaynanaların yerine koyuyorum da vallahi haklılar!). Sühâ'nın kıymeti de burada parıldıyor zaten; Sühâ, "nişanlım mı, annem mi" tercihinde hiç gözünü kırpmadan "tabii ki nişanlım!" şıkkına kalıbını basıyor.

Diğer cihetten Sühâ, romanlarda, magazin dergilerinde ve filmlerdeki ideal erkek tipine fizik itibariyle uymamaktadır. 1.90 civarında boyu, 120 kg civarındaki sıkleti ile ideal erkeğin endüstriyel tariflerinin hayli dışında kalıyor: Ne geniş omuzlar, ne karın nahiyesinin düzlüğü, ne "kirli sakallı" bir yüzle omuz üzerinden hafifçe geriye bakarak ölgün bakışlarla "clark" çekmeler.. Hayır! Sühâ yakışıklı değil sempatiktir. Esasen Anadolu'da "yüz güzelliği bir gün, huy güzelliği her gün" demezler mi? Alın size Sühâ! Üstelik müdebbir anneler, damat namzedini beğenmeyen aklı bir karış havada kızlarına, "Erkeğin güzeli olmaz kızım, aklını başına al" demezler mi?

(Ben de aynı kanaati paylaşıyorum; ne de olsa Sühâ ile aynı "drop"tan sayılırız.)

Tamam, biraz sakar, halk arasında "mâbâdi ile köy yıkar" denilen cinsten bir çocuk ama belli ki yeni yuvasında son derece dikkatli ve titiz olacak, atacağı her adımda hanımının gözünün içine bakacak ve istemeden yol açtığı her kazâ sonrasında allem edip kallem edip hanımının gönlünü alacak, olmazsa eşini, en fıstiki yeşil gömleğini ve en domates kırmızısı ceketini çekip, ayağında terlikle muhallebiciye veya kebapçıya götürerek eğlendirecektir.

Eğlendirmek! Galiba kilit kavramı yakaladık sonunda; Sühâ, eşini eğlendiren, güldüren, onu mutlu etmek için boncuk yeşili gözlerini yuvalarında fıldır fıldır çevirerek "daha başka ne yapabilirim" diye zihnini zorlayan bir erkek. Ortalama Türk erkeği eşini eğlendirmeyi aklına bile getirmez halbuki; kendini çok zorladığı anlarda bile, "bir fıkra biliyordum ama aklıma gelmiyor işte" cinsinden bir soğukluktan gayrısı elinden gelmez. Türk erkeği ciddidir, asık suratlıdır, yorgundur ve ömrü boyunca karşı cins tarafından bir türlü anlaşılmamıştır(Şekil A"Z). Sühâ öyle değil ama, adam sanki eşinin mutluluğu için tasarlanmış erkek sûretinde robot.

Lâkin ne yazık ki o da Necibe gibi, usta senaryo yazarlarının imâl ettiği bir hayâl ürünü; zaten o yüzden onları seyrederken zevk alıyoruz. Yaşamadıktan, birilerini temsil edemedikten sonra Sühâ'nın Frankenstein'dan, Necibe'nin Vampirella'dan ne farkı var ki?