Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ne alâkası var diyebilirsiniz; bence var: The Wall Street Journal gazetesi geçenlerde o haberi yazmasa, muhtemelen dün Kayseri Pınarbaşı'ndaki canlı bomba terörü yaşanmayacaktı gibi bir his var içimde.

Uludere hadisesi ilk duyulduğunda toplumun içinden, tâ derinliklerinden gelen ilk sese, ivazsız, garezsiz o ilk nidâyı hatırlıyor musunuz? Ahla karışık eyvâhtı o nidâ. Eyvâh, bu nasıl bir fitnedir ki başımıza geldi; 34 bîgünah sivil, bilerek ve bilmeyerek devletin sahip olduğu en karmaşık ve pahalı silah araçları tarafından parçalandı. Eyvâh, kardeşlik fidesi tam da tutmak üzereyken yine belinden büküldü; eyvah yine birileri bize iki gün üstüste oh deyip ferahlamayı çok gördüler!..

İlk tepki eyvâhtı; kimse bu garip, bir türlü izah edilemeyen, cereyan tarzı hakkında kem-kümden öte söz söylenemeyen askeri operasyon 34 kişinin ölümüyle sonuçlandı diye zilleri takıp oynamadı. Sarsıldık, üzüldük, kırıldık, incindik.

Basın konuya sahip çıktı ama; evet, bir kısmının niyeti başka olabilir; fırsat bu fırsat deyip hükümete çakmak için elverişli bir gerekçe görmüş olabilirler ama Allah için, herkes maktûllerin, mazlumların, gadre uğrayanların yanında yer tuttu; kendini o delikanlıların ebeveyni yerine koydu, ekmeğimize kan doğrayanlara, kimliklerini tam teşhis edemese de içten içe homurdandı.

Birkaç gündür meselenin aldığı şekil çok dikkat çekicidir; önemli psikolojik eşikler aşıldı.

Belki de terbiyeleri müsaade etmediği için, "Vurduksa vurduk, n'oolmuş yani, uzatmayın" diyemeyen bir kısım personelin, "Orası terör mıntıkasıdır; kimse kaçakçılığı meşru göstermeye kalkışmasın!" şeklindeki mırıldanmaları kamuoyunda sert tepki gördü, "Bari bir susun; utanmanız da mı kalmadı?" yollu tazirlere sebep oldu.

İçişleri Bakanı, belki de sırf bu konu hakkında kaygısız ve itinasız konuştuğu için siyasi kariyerinin sonuna gelmiş olabilir; Başbakan, -galiba kendisine çok yakıştığını zannettiği- asabî yüzüyle "Özür diledik, tazminat verdik, yetti gaari" mânâsına gelebilecek sert şeyler söyledi. AK Parti şöyle bir sarsıldı.

İnsanların vicdanı burkulmuş, merhametleri galebe etmişti; halbuki "Ara"yı bu kadar yumuşatmamak gerekirdi; netice itibariyle PKK eylemleri, sadece iyiniyetli Kürtlerin daha iyi ve insanca yaşamalarından ibaret bir hayır hareketi değildi ki; bir miktar bu maksadı da kapsamakla birlikte çok daha geniş çaplı bir uluslararası "inşaat"tı. Bu inşaat; bu kadar gayret, masraf, komplo, cinayet, vahşet, ihmal, kasıt ve beceriksizlikten sonra Kürtlerin ve Türklerin kalbini yumuşatacak bir yerde insanî hislere terkedilip başıboş sürüncemeye bırakılamazdı.

Birşeyler yapılmalıydı; yeniden toplumun şuuraltındaki intikam ve rövanş hisleri tahrik edilmeli, "Bak bunlar da boş durmuyorlar" dedirtecek yeni eylemlerle gerginliğin üzerine benzin serpilmeliydi.

Kayseri Pınarbaşı'ndaki canlı bomba eylemi bana bu çerçevede çok mânidar göründü; şüphesiz arada dikkatimizi çekmeyecek kadar küçük ama nice ocaklara ateş düşürecek kadar yakıcı başka eylemler de var ama Pınarbaşı saldırısı anlamlıydı.

Fitne erbâbı için kullanılan bir tâbir vardır; "O öyle bir alçaktır ki, atla arpayı döğüştürür" derler bazıları için. PKK tandanslı terör eylemlerinin ve ona "Her nevi" güvenlik güçleri tarafından verilen karşı cevapların o kadar uzun ve cesaret kırıcı bir listesi var ki, atla arpanın arasına ilk defa kimin ne sebeple girdiğini unuttuk bile. Ne var ki, ormanın kuytuluklarına dalıp genel manzarayı unutmayalım; bu çekişme, neredeyse otuz seneden beri bir Türk-Kürt çatışmasına dönüşmedi, dönüştürülemedi. En kanlı eylemlerden sonra bile "Birbirimizin yüzüne nasıl bakarız; bir arada yaşamaya mahkûm ve mecburuz" düşüncesinin endişesi hiç unutulmadı. Gerginlik ve çatışmayla geçen otuz senenin en güleryüzlü, en iyimser fotoğrafı budur.

Kürtler ve Türkler, mahiyetini tam bilmedikleri güçlerce rehin alınmış iki halk olabilirler mi? Fotoğrafa bir de bu açıdan bakalım.

Galiba öyle.