Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

"Tekbiir" başlıklı yazıya konu teşkil eden "Âlâ" dergisini hatırlayacaksınız; dergiye ilham veren ve İngiltere'de yayınlanan Emel dergisinin adını yanlış zikrettiğim için bir hayli düzeltme notu aldım. Radikal'e güvenerek "Elem" yazmış, hattâ "Elemin zikri de başka elemdir" diye felsefe bile yürütmüştüm halbuki! Mis gibi metafor elimde kaldı. Doğrusu Emel'dir ve bu önemli düzeltmeyi yapan okuyucularıma şükran borçluyum.

Diyeceksiniz ki, ha Elem, ha Emel; ne fark eder?

Yanlış yanlıştır ve düzeltilmelidir ama bu tâlî bir hata; meselenin özüne doğrulmuyor, kenarından sıyırıp geçiyor. Özü şuydu: Hem vâriyet, hem Müslümanca dindarlık birbiriyle kaabil-i te'lif şeyler midir? Ol bâbda henüz bir gelişme olmadı fakat bir başka okuyucum, eksik olmasın internet üzerinden etraflı bir tarama faaliyeti yürüterek derginin benzerlerini Batı ülkelerinde yayınlayan kişi ve kurumlar hakkında ilginç bulgular elde etti. Sonuç şöyle; bu dergileri destekleyenlerin çoğunluğu İslâm'la pek âlâkası olmayan kurumlar. Bünyelerinde ise bizim ılımlı bir tâbirle "naylon müçtehitler, reformcu ablalar" diyebileceğimiz Müslüman hanımefendiler yer almaktaymış. Hâsılı, her hâdisede komplo teorisi arayan şüpheci arkadaşlar açısından bereketli bir mevzuu gibi görünüyor. Ben işin komplo kısmıyla ilgili değilim ve meselenin derûnunda komplo olduğunu da sanmıyorum. Velev ki bazı Müslüman olmayan kuruluşlar, Müslüman kadınların şıklığını, yüksek hayat standartlarında yaşayıp dünya nimetlerinden istifadeyi kendilerine dert edinmiş olsunlar; arkalarında hemen bir Arabistanlı Lawrence aramam; Lawrence'lere kulak kabartan Müslümanlara dikkat kesilmeyi tercih ederim. İsterim ki, bu kabil şüphe ve endişeler, bize ait ve bize dair bir meseleyi gayrimüslimlerin üzerine yansıtıp nefsimizi temize çıkarmaya medâr olmasın. Neticede eloğlunun fendi bitmez, biz kendi hânemize bakalım...

"Öz" hâlâ oradadır ve cevabını bekliyor. Şudur: "Helâlinden çalışıp kazandım, fıkhî ölçünün de üzerinde sadakamı veriyorum; bazı dünya nimetlerinden istifade etmek hakkımdır" diye düşünüp öyle davrananlar açısından mesele kapanmış sayılır mı?

Buradan sonrası, İslâmî ilimler (Dikkat bilim filan değil ha) sahasında uzman kişilerin konuşması gereken bir yer. "Dünya nimeti nedir, hangisinden ne derece istifade edilir, Müslüman zenginlerin vicdan sızısından tamamen kurtulmak için daha daha neler yapması lâzımdır" yollu birbirini tetikleyen sualleri onlar irdeleyip konuşacak. İnsanları müphem aralıklarda bırakıp "İlmihâl arsızı" haline koymamak lâzım. İlmihâl arsızı şu demek: Çözüm yolu gösterilmeyen meselelerin küçük kayıtsızlıklarla geçiştirilerek daha büyük inkârlara ve vurdumduymazlıklara yol açması durumu. Meselâ salâtın anlamı üzerine derin düşüncelere dalan plastik mütefekkirlerimizin, bir zaman sonra "Vecettü, vecettü!" nidâsıyla silkinerek, "Aslında namaz kılmaya gerek yok erenler, biz zaten her an salât-ı daim üzreyiz" diyerek düpedüz namaz mükellefiyetinden sıyrılmaya kalkışması, bana göre bir İlmihâl arsızlığıdır ve bu hafifseme tarzı üzerinden taş sektirerek yeni bir din icat etmek bile mümkündür.

Fakihler cevap vermeliler: Adam zengin ve Müslüman. Cipe binemeyecek mi? Ailesiyle lüks bir otele, pahalı bir lokantaya gidemeyecek mi; inançlı hanımların kalabalık yerlerde hem mütesettir bulunma, hem de güzel görünme hakları yok mu? "Görünmek" bu kadar vebâlli, muhâtaralı bir eylemse, bazı Müslümanlar niçin deli gibi çalışıp para kazanarak neticede "Kamuda görünür hale gelmek" için kendini helâk ediyor? Onları, "Hem zenginleşmişsin hem de hayat tarzını değiştirmeye kalkışıyorsun; yumurtadan mı çıktın be Müslüman?" diyerek ne kadar baskı altına aldığımızı fark etmiyor muyuz ve bu baskıyı tesis ederken haklı mıyız?

Benim cevabım var ama kimseyi memnun etmez, üstelik durup dururken düşmanlık celbedeceği için topu kafamda birkaç kere sektirdikten sonra yumuşatıp muz orta sertliğinde fıkıh erbâbına havale ediyorum, neme lâzım?

Ha, cip filan almıyorum; yok öyle bir şey!