Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Genelev sistemi yoluyla fuhuş sektörüne devletin kanuni düzenleme getirmesi "erkek egemen" bir bakışın eseridir ve insanlıkla zerre kadar ilgisi yoktur. Bu düzenleme mantığı ile mücadele etmeli, kurumu düzenleyen kanun uygulamalarını protesto etmeliyiz.

İşin içine biraz da istihza katarak söylenen ve nedense itirazsız kabullenilen bir beylik lâf vardır hani, "dünyanın en eski mesleği" diye; bahsedilen, bazı kadınların para karşılığında fuhuş yapmalarıdır. Bir mesleğe bu kadar erken tarihlere kadar uzanan bir kıdem atfedilirse onu meşrulaştırmış, tabii hale getirmiş olursunuz; oysa ki bir meslek olarak fuhuş ne meşrû, ne de tabiidir. Tam aksine onu bir insanlık ayıbı, en azından bir bedbahtlık saymak yerine sanki demircilik, marangozluk, öğretmenlik gibi tabii bir hâl addedip sıradanlaştırdığımız zaman en büyük vicdânî yırtılma vukua geliyor. Cinayet de öyledir meselâ; o da insanların tarihi kadar eskidir de nedense katillik bir meslek olarak tabii ve meşrû karşılanmaz; o halde önce vicdanlardaki yırtılmaya dikkat çekmek gerekiyor.

Evvela kamu otoritesinin bakış açısını gözden geçirmeliyiz; kanunun fuhuş sektörüne bakışı nihai tahlilde iki noktada özetlenebilir; hıfzıssıhha (toplum sağlığı) ve vergilendirme. Bu gibi mahallere yolu düşen erkek müşterilerin belirli bir yaşın altında olmamasına itina eden, "ticarethane"de çalışan bahtsız kadınların başkalarına bulaşıcı hastalıklar sirayet ettirmemesine titizlenen kanuni bakış, orada metâ olarak iffet ve izzetini tüketen kadınların vicdani tükenişlerine karşı alâkasızdır ve bu son derecede nobran, kaba ve yanlış bir bakış açısıdır. Aynı anda iki kadınla evlenmeyi suç sayan kanun, evli veya bekar bir erkeğin resmi mercilerin denetimi altındaki fuhuş mahallerindeki davranışlarını gayrıtabii karşılamaz. Aynı anda birden fazla evliliği yasaklayan kanunla fuhuş olayları arasında doğrudan bağlantı kurmak gibi bir niyetim yok. Vurgulamak istediğim husus, devletin fuhuş sektöründe çalışan kadınların zihni ve vicdani bütünlüklerini korumak noktasında kendisini duygusuz bir kapitalist gibi tarafsız hissetmesindeki çarpıklık.

"Her şey rıza üzerine kurulu; devlet, bir kadını zorla fuhşa sürüklemeyi suç sayıyor" deyip geçemeyiz çünkü elimizde en azından bu müdafaa tarzını yalanlayan bir örnek var; kaldı ki aşağıda vereceğim örneğin tek olmadığını herkes biliyor.

Sedat Güneç"in 21 Haziran tarihli Zaman"da yayınlanan haberine göre Başbakanlık İnsan Hakları Başkanlığı"na bir mektup geliyor. Bir kadın, tam 23 seneden beri genelevlerde zorla çalıştırıldığını ileri sürüyor: "İnsanlar, Müslümanlar, neredesiniz, imdât!" diye başlayan mektuba göre Selma Ç. isimli hanım, "Ayrılmak istedim, bize borcun var çalışacaksın yoksa çocuğunun kanından çıkarırız o parayı" diyerek tehdid edildiğini söylüyor. "Mağdur insanlardan biriyim. Kimsesizim, sahipsizim. Türk milletinin bazı toplum ve kişilerinden davacıyım. Çocuklarımı istiyorum. Temiz toplumda yaşamak istiyorum" diye devam ediyor, "Bu yaşıma kadar onlara ayak uydurmaktan, onlarla savaşmaktan bıktım. Nasıl yaşadığıma şaşırdım."

Burada biraz ara verip düşünelim, hatta başımızı ellerimizin arasına alıp düşünelim.

Çoğumuz, "kötü yol"a düşmüş hanımlara karşı vicdani sorumluluğumuzu soğutmak için, "Allah düşmanıma bile vermesin, hanelerden ırak" deyip tahtaya vurup böyle bir "kazânın" bizim ve yakınlarımızın başına gelmediği için kendimizi mutlu sayar ve birkaç dakika sonra gündelik işlerin sıradan ayrıntılarına dönüveririz. Bu konuda yeterince merhametli ve anlayışlı olduğumuza inanmak bizi rahatlatır ama ne yazık ki vaktiyle içinde yaşadığı "temiz toplum"a dönmek isteyen bir hanıma karşı önyargılı davranmaktan kendimiz alıkoyamadığımızı çoğu kere farkedemeyiz bile. Hele hele fuhuşun kurumlaşmasına müsaade eden kanun uygulamalarıyla mücadele etmek gerektiği belki de hiç aklımıza gelmez.

Bakınız Selma Ç., fuhuş sektörünün kurumlaşmasını nasıl anlatıyor: "Fuhşun mekânını kurup zinaya zemin hazırlıyorlar. Bu mekânlara genelev diyorlar. Günaha zevk deyip iş yerine koyuyorlar. Orada kadın pazarlıyorlar. Kadınlara o.. deyip vesika veriyorlar. Kadın satıcılarına, "genç kadın getirin" diyorlar. Kimsesizlere, 15-17 yaşındaki kız çocuklara tecavüz edip sonra genelevde çalıştırıyor, parasını yiyorlar..."

Sahi, buralar devletin faaliyetine müsaade ettiği, "kanuni" şartlara uyan işyerleri; bu işyerlerine mütemadiyen hizmet sunacak "mal" nereden temin edilir? Kimler aracılık eder, kimler el kadar sabi-sıbyanı elinden tutup bu işlere bulaştırır? "Herşey rıza ile" deyip geçebilir miyiz? Demek ki meselenin arka planında bu gibi yerlere mütemadiyen -tabirden ötürü herkesten özür dilerim- emtiâ, yani mal sağlayan birileri var ve onların bu esnada kanuna ne kadar itaat ettiklerini bilmiyoruz.

Bazı insanlar evlatlarını daha küçük yaşta "doktor olsun, mühendis olsun" kabilinden, "büyüyünce o.. olsun" diye yetiştirmediğine göre?...

Rızâ herşey demek midir? Onsekiz yaşındaki bir çocuk, "Ben kendi rızamla uyuşturucu kullanıyorum, kimse sorumlu değildir" demiş olsa bile devlet uyuşturucu maddelerde toplumu tehdid eden bir tehlike gördüğü için "rızâ"ya bakmıyor; aynı yaştaki bir genç kızın "Ben serbest irâdemle kanuni işyerlerinde fuhuş yapmaya râzıyım" dediğinde bu beyanı neden geçerli sayarız ki?

İtiraf edelim; genelev sistemi yoluyla fuhuş sektörüne devletin kanuni düzenleme getirmesi "erkek egemen" bir bakışın eseridir ve insanlıkla zerre kadar ilgisi yoktur. Bu düzenleme mantığı ile mücadele etmeli, kurumu düzenleyen kanun uygulamalarını protesto etmeliyiz.

Eskiler derdi ki, "Âlâmını kalbinde tutup kimseye açma / Zirâ elemin zikri de başka elemdir", yani bazı talihsiz hadiseler vardır ki gizlenmesi, tabii karşılanmaması ve meşru kılınmaması gerekir; çünkü bir elemden bahsetmek de insana acı verir. Anayasa"nın 5. maddesi, devleti "kişilerin huzur ve mutluluğunu sağlamak, kişinin temel hak ve hürriyetlerini sınırlayan engelleri kaldırmak, insanın maddi ve manevi varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmak"la görevli kılıyor. Kaldı ki bu anayasa maddesi hiç olmasaydı bile kamu otoritesi, "durumdan vazife çıkararak" bu talihsizliği resmi düzenleme altına almak ayıbından uzak durmalıydı.

Meselenin dini veya ahlâki boyutlarına hiç değinmiyorum; "günahtır, ayıptır, fuhuşla mücadele edilmelidir" tamamen ayrı bir mesele. Bilakis işin siyasi boyutu son derece vahimdir ve bu gibi kurumlarda sistematik biçimde insan hakları ihlâli yapılmaktadır. "Efendim Batıda da var" bahanesi bizi ilgilendirmemelidir. Bilmeliyiz ki bu ülkenin herhangi bir köşesinde bir kadın, devletin bu düzenlemesi yüzünden acı çekiyorsa vebâli sadece kanun koyucuların, devlet ve hükümet erkânının, âmirinin, memurunun değil, o ülkede "adamım" diye gezen bilâistisnâ herkesin boynundadır.

Haberi gazetede okumayanlar için teselli edici bir noktayı hatırlatmak isterim: Selma Ç."nin müracaatı üzerine Başbakanlık hareket geçerek dosyayı polise iletmiş bulunuyor. Dileriz ki en azından Selma Ç. için bugünler yeni bir hayata ve mutluluğa açılan bir başlangıç olur. Ama bilmeliyiz ki tek çiçekle bahar gelmez ve kadınları ticari meta gibi gören bu zihniyet üzerindeki bütün kanuni himayeler kaldırılmadıkça omuzlarımızdaki sorumluluk yükü eksilmeyecektir.