Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Evinizde ÖSS ile ilgili bir kitap var mı? Bu soruya "evet" diyeceklerin sayısı, tahminime göre kabaca 5 milyondur. Lisenin ilk sınıfından itibaren her öğrencinin yakasını ÖSS merdânesine kaptırdığını düşünürseniz, 5 milyon öğrencinin elinde ÖSS ile ilgili bir test kitabı, soru bankası, çalışma kitabı cinsinden birçok kaynak var demektir.

Peki, bu 5 milyon öğrenci tek kitapla yetinebilir mi? Asla; ÖSS'ye hazırlanan bir öğrencinin en az yirmi civarında hazırlık kitabına sahip olduğu söylenebilir.

İşin bir de OKS cephesi var; onu da hesab edince miktar tahminen 10 milyona çıkıyor; bu rakamı 20 ile çarpınca, evlerimizde temel bilimlerle ilgili kitap sayısı 200 milyonu buluyor. Bu kitaplar, gazetelerin hafta sonu ilavelerindeki abur-cubur bilgileri ihtiva etmiyor; taş gibi Matematik, Geometri, Biyoloji, Türkçe, Tarih, Kimya kitapları bunlar. XX. yüzyılın sonuna kadar gelmiş geçmiş bütün bilim adamlarının ortaya koyduğu çalışmalar bu kitaplarda ana hatlarıyla yer alıyor.

Anlayacağınız hemen her evde, bilim denilen şeye bulaşmak için tutamak noktası olabilecek en az 20-30 kitap var.

Şimdi ikinci soruya geçiyorum: Bu kitaplardan herhangi birini, bir şey öğrenmek maksadıyla okudunuz mu?

Okumadınız! Niçin okumadınız?

Sizi geçelim; çocuklar okuyor mu çocuklar? Okuyorlar elbette; peki, nasıl okuyorlar: Bir yarayı pansuman ettirir gibi, saatinde alınması gereken bir ilâcı içer gibi veya sevimsiz bir vazifeyi ifâ eder gibi okuyorlar değil mi?

İçlerinde hiç o kitaplara baklava veya börek tepsisine gösterilen ihtimam, şefkat ve iştahla yaklaşanını gördünüz mü? Veya şöyle soralım; kitaplarla işi bittikten sonra bile hâlâ, "doyamadım, doyulmuyor, bana bunların daha yenisi, daha kapsamlısı gerek" diye huzursuzlanan bir öğrenci?

Merak etmeyiniz, "biz Türkler tembeliz, okumayız"a bağlayacak değilim işi; sıradanlık, yani vasatîlik beynelmilel bir olgu. "İngilizce bir dünya dili" diyerek beşikten mezara öğrenmek için didinip binlerce lira harcadıktan sonra beceremeyince komplekse kapıldığımız o emsalsiz yeteneğe sahip milyonlarca insan, ömürlerini sıradanlıkla sürdürüyor ve tamamlıyorlar. İngilizcede okunacak dünya dolusu kitap ve ciddi internet sitesinin varlığı, onları birer entelektüel yapmıyor; onlar da aynen bizim gibi çoluk çocuğun eline okullarda tutuşturulan bilime başlangıç kitaplarını, devenin atlaması gereken birer hendek gibi görüp ilgisiz davranıyorlar.

Merak etmek, dünyanın her yerinde mutlu -belki de mutsuz- bir azınlığın imtiyazı.

Evlerimizde amatör birer bilim araştırıcısı olmak için kâfi miktarda doküman bulunuyor ama ne yazık ki onlara son kullanma tarihi geçildikten sonra evden uzaklaştırılması gereken birer gıda ürünü gibi davranıyoruz. Çocuklar imtihanı başardıktan sonra o kitapların yeri, en insaflı ihtimâlle ya çatı arasıdır, ya da bodrum; bazen akrabadan bir başka çocuğa devredilir veya ikinci el kitap pazarlarında elden çıkarılır ama kesinlikle muhafazaya değer bulunmaz.

Ne var ki şöyle yakınmaları ne çok duymuş, hatta bizzat söylemişizdir: "Şimdiki çocuklar şanslı, okumaları için saçımızı süpürge ediyoruz ama ben ortaokuldan, liseden sonra hayata atılmak zorunda kaldığım için okuyamadım. Üstelik çok da zeki idim; hatta bir gün öğretmenimiz demişti ki..."

Bu itiraflarda samimi olmayan husus, merak etmenin ancak dağcılık yapmak, aletli jimnastikle uğraşmak gibi belli bir yaşa tahsisli türden bir eylem olduğunu zannetmektir. Elli-altmış yaşına gelip emekli olduktan sonra okumaya başlamak, "kırkından sonra saz çalmak" neviinden tuhaf, yadırgatıcı bir bid'at gibi algılanıyor: "Duydunuz mu ayol, Naciye hanım, torun-torba sahibi olduktan sonra Matematik öğrenmeye başlamış!"

"Aa, üstüme iyilik sağlık, daha neler duyacağız bakalım; delirmiş mi nedir kadın?"

Biraz konudan uzaklaşmış olacağız ama galiba değecek; Türkiye gibi insanların ikinci bir hayat kurmakta maddi zorluklara uğradığı, daha fenası "ikinci hayat"tan hemen herkesin müştereken "eşi, arabayı ve evi" değiştirmek anlamını çıkardığı bir ülkede ikinci bir hayata başlamanın veya mevcut hayatın üzerine ikinci bir kat çıkmanın en ucuz ve mümkün yolu, bir şekilde kitaplara bulaşmaktan geçiyor. Kitaplara bulaşmanın en kestirme yolu ise merak etmek.

Meselenin en çetin ceviz tarafı ise, birine bir şeyi merak ettirmekte kestirme bir yolun hâlâ keşfedilememiş olmasıdır. Merak etmek, sanki doğuştan gelen bir kabiliyet, bir ihsandır; halbuki eğitim dediğimiz sürecin püf noktası, zannedilenin aksine birilerine bir şeyleri öğretmek ve onu talim ettirmek değil, bilakis merak ettirebilmekten ibaret.

Hani o sevgili Peygamberimiz'in, "Rabbim, hayretimi artır" diye dua ettiği yer!

Şimdi yeniden konuya dönebilir ve evlerimizdeki milyonlarca cilt kitabın nihai tahlilde hayatımızın neresinde durmakta olduğunu gözden geçirebiliriz; onlar, dünya atmosferine girmek üzere hazırlanırken en uygun açıyı bulamadığı için suda sektirilen bir taş gibi kayarak zihin dünyamızdan gittikçe uzaklaşan cisimlere benziyorlar. Kitapların dünyamıza girmesi için uygun açılar tayin etmek bizim elimizde ama o imkânı, kitap neviinden yabancı cisimleri zihin atmosferimizden ıskalayarak kullanıyoruz.

Ey yörüngemizde terk edilmiş uzay laboratuvarları gibi sessizce dönüp duran kitaplar, fikirler, merak edilmeye değer sayısız şeyler; yolunuz açık olsun!

Lâkin esas mesele şurada: Öbür tarafa az kullanılmış bir kafa götürdüğümüzde, "aferin, emaneti iyi korumuşsun" tahsiniyle mi karşılaşacağız, yoksa, "veyl beynini pek az yoranlara" i'tabıyla mı yüzleşeceğiz?

Benim bir tahminim var; eminim sizlerin de vardır!