Ahmet Turan Alkan.net Gayriresmi Ahmet Turan Alkan Sitesi

Ramazan ikindilerinde felsefî, hassaten entelektüel bahisler açarak karmakarışık teorik lâflar etmenin şiddetle aleyhindeyim; o yüzden "küt" diye konuya gireceğim izninizle: İnsanları bir şeye inandırmanın en etkili ve kestirme usûlü o şeyi, "küt" diye göstermektir (Küt sesi gelmese de olur ama!); bunun en pratik yolu ise, onun fotoğrafını veya filmini seyrettirmektir.

Burada insanın kalitesine yönelmiş iki temel tercih ortaya çıkıyor: Göstermek veya anlatmak! Resmini çizmek yerine tasvirini yazmak: Eski tâbirle müşahhas (Elle tutulur, gözle görülür) tasvir yerine mücerret'e (Soyut, maddi varlığa ihtiyaç duymaksızın zihnî düzlemde canlanan) müracaat etmek daha kaliteli ve zor yoldur (Hz. İsa "Dar kapıyı seçin" demişti!)

E, hani basitleştirecektik; nedir bu müşahhaslar mücerretler filan; sizi yormadan, sırf kelimelerle şöyle esaslı bazı şeyleri anlatmanın bir yolu yok mudur? Elbette vardır ama dikkat!; bazı şeyleri lüzumundan fazla basitleştirir veya cisimlendirirseniz gerçek anlam buharlaşıp kayboluverir.

Din böyle bir şeydir meselâ; özü icabı mücerret mübârek! Sizden tam kadro zihnî katılma bekler; zihnî faaliyetlerinizin tam kadro halinde seferber edilmesini gerektirir çünkü müşahhas olarak isbatı asla mümkün olmayan bir dizi teklif ve kabuller ihtiva eder din; sizi zihninizle meseleyi evirip çevirmeye, bir kanaate varmaya davet eder. Yine de alışkanlıkla, "Bu neye benziyor, yüzü nasıldır, kaç metredir, ağırlığı var mıdır, cinsiyeti nedir?" gibi sorular sorarız hâliyle; bize der ki, "Geç onları geç; onların üstüne çık; zihninde resim çizme; kelimelerin mânâ dünyasındaki en yüksek karşılıklarıyla anlamaya çalış!"

Problem şurada; çoğumuz, "A, anladım ve inandım; bu güzel ve doğru bir şey" dedikten sonra yine zihnimizde resim çizmeye, bina yapmaya, dereler akıtıp havuzlar kurmaya devam ederiz çünkü soyut düşünce, -nasıl söylemeli- yüksek enerji gerektiren, pahalı ve yorucu bir faaliyet şeklidir.

İslâm inancını harfe benzetmek anlamlı olabilir: Harf, yani ses değil sembolü ve onlarla yapılan bütün eylemler, yani kelimeler, yani cümleler. Buna mukabil (kimsenin inancını istiskale niyetim yok) sair dinler, "visible", yani görülebilir kavram ve temsillerle ne idüklerini izah etmeyi tercih etmişlerdir. Nedir görünürlük unsurları; meselâ özel şekillerdir, formlardır; törenlerdir, merasimler, seremoniler, gelenekleştirilmiş âdetler, semboller... Şirketler logoları, aslında dini düzlemde çok etkili olduğu için ticarete transfer ettiler. Devletler de aynı şeyi yaparlar, sembollere kutsallık yapıştırırlar, huşu içinde tüyleri diken diken eden törenler düzenlerler; kolay anlaşılsın diye bazı fikirleri görünür hale getirirler.

Fikri âcizânemce, Efendimiz'le sona eren silsilenin temel öğretisi olarak İslâm, tarihi zaman içinde tekâmül geçirdi; insan topluluklarının tevhidi ve soyut olanı kavrama kabiliyetlerinin gelişimine paralel şekilde İslâm dini, özellikle insanları imana, yani soyut olana davet sadedinde peygamberden peygambere farklılık gösterdi. Resul-i Ekrem Efendimiz'in anlattığı İslâm, muhteva itibarıyla Hz. Âdem'in getirdiği haberle aynı fakat tebliğin sunuluş şekli farklı idi. Efendimiz, insanlara soyut ama güçlü bir "Söz"le hitab etti ve o sözün icazı, kudreti, derinliği, güzelliği, tatlılığı ve mânâsı ile onları mücerred imana çağırdı. İman soyut bir kabuldür ve onu isbat mevzuu yaptığınızda onu bilimin sıradan bir türevi haline getirmiş olursunuz. Maide Sûresi'nin 3. ayetinde "Sizin dininizi kemâle erdirdim vae üzerinizdeki nimetimi tamamladım" cümlesini, insanlığın soyutlama kabiliyetinin kemâli olarak anlıyorum.

Müslüman, görmediği, bilmediği halde pek emin ve ahlâken çok yüksek birinin ağzından naklen duyduğu Allah kelâmının mânâsındaki parlaklığa teslim olan ve bir adım sonra "Hani bunun kolu kanadı, hani fotoğrafı, hangi elementten yapılmış, göster bize; Rabb'in ölüyü diriltsin, gökten de sofra indirsin üstelik sarmısak ve soğan da isteriz" diye Resullerine mızmızlanmayan bir üstün insan tipidir.

Evet, üstün insan, çünkü "Gayb"e inanıyor: "Onlar gaybe inanırlar, namazı dosdoğru kılarlar ve rızklarından infak ederler."

Ayrıca bu meseleye niçin girdiğimi şu an itibarıyla hatırlamıyorum; ziyanı yok ama, fena bir dibâce değildir bence; gerisini getirmesek de olur...